Ramazan ayındayız, sizlere kumanya oyunlarından bahsetmiştim; şimdi de sıra yüksek müsaadelerinizle “ Açlık Oyunlarında “.

Geçtiğimiz günlerde Ağrı’daki şatafatlı sahur sofrasını gördünüz değil mi?

Bu konu hakkında konuşmadan sizlere şu anekdotları vermek istiyorum. Elimin, dilimin, gözümün bağlı olduğu zaman dilimlerinde yazıyorum bu satırları;

En şeffaf, en objektif olduğum; gram ideolojik – A’sı, B’si bakmadan yazıyorum. Tabii ki de siyasi fikrim, görüşüm var; siyaset eğitimi almış bir genç olarak,

Ama yemin ederim hepsinden arındığım en tarafsız anlardayım, o yüzden geceye bırakmadım bu yazımı da öğlen vakti yazıyorum.

Her neyse konumuza geri dönecek olursak,

Olayımızın özü – başlangıç noktamız,

Bir lokma – bir hırkaydı değil mi?

Ama şatafat – gösteriş bizi ne hallere getirdi!

Üzülerek izliyoruz o bazı ucu bucağı bitmeyen masaları…

Az önce söyledim neydi özümüz “ Bir lokma – bir hırka”

Ama şimdi nereden bakarsan bak “ İsraf – israf – israf “

Hem de bir kuru ekmeğe her zamankinden daha çok muhtaç olunduğu,

Domatesin, şekerin, dolma biberinin, yağın ve yakıtın en pahalı olduğu dönemlerde!

Ben demiyorum ki herkes sefalet çeksin, soğan ekmek yesin,

İmkânı olan istediği şekilde yaşasın ama bunu insanların gözüne sokmasın.

Rabbim hakkıyla – helaliyle kazanıp istediği yaşam standartlarında hayatını ikame ettirenlere daha da versin, kimsenin inan gözünde değil,

Ama her kim başkasının hakkını - bir parça lokmasını – devletin malını yiyorsa kursağında kalsın, haram zıkkım olsun…

  • Hak – hakkaniyet kokmalı bizim sokaklarımızda, çıkar – menfaat değil,
  • Kardeşlik – paylaşma kokmalı bizim sokaklarımızda; bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık değil,
  • Adalet – insaf kokmalı bizim sokaklarımızda; adamına göre muamele değil…

Vebalin kralı var bu işlerde;

Rabbim doğru yolda olanlardan eylesin inşallah, çok verip yoldan çıkanlardan, daha fazlası için hırsa bürünenlerden değil.

*

Samimiyet arıyorum bazen sadece, imkânsızlık deryasına hapsolduğumuz bu hayatta,

İnanın bu mübarek ayda da o kadar samimiyetsiz gelen şeyler var ki;

“ Yer sofrasına oturup görüntü verenler, garibanı düşünüyormuş gibi çek fotoğrafları,

Bir kuru ekmeği - bir tas çorbayı paylaşıyoruz imaları… “

Arkadaş diğer 11 ay nerelerdesiniz?

Halini hatırını soruyor musunuz öğrencilerin,

Öğrenim kredileri ya da yurt ücretleri belirlenirken beklentilerini soruyor musunuz?

Asgari ücret, zorlu çalışma koşulları, tren biletleri, su paraları, vergiler belirlenirken yer sofrasında oturup ekonomik çekerlerini soruyor musunuz?

Gel otur masaya iki fotoğraf çek, mevzu bitti.

Diğer 364 gün ne yapıyor insanlar, fikri olan var mı?

Kimisi zaten kendisinden olan, aynı zümreye hizmet edenleri ziyaret ediyor o apayrı bir mevzu,

Ama sorsan seçildiği gün o rozetler çıkıyor herkesin başkanları oluyorlar değil mi?

Su parası, emlak vergisi, çevre temizlik vergisi alırken herkesten al,

Ama masa kurulduğunda senle aynı zümreden insanlarla masa kur.

Daha fazla söze gerek var mı?

**

Geçtiğimiz haftalarda devlet erkanından büyüklerimizden biri Zonguldak’a geldi,

“ Zonguldak insanı şükür eder, çok şikâyetçi olmuyor” dedi.

Bu cümleye ben üzüldüm, salon alkışladı.

Yanlış anlaşılmasın isyan edin demiyorum da “ Nedir bu her şeyi kabulleniş? “

Yorumu sizlere bırakıyorum, oturup düşünmek lazım.

Yüksek müsaadelerinizle,

Sevgi ve Selamlarımla…