Bizim beton kafalarımız çok çalışıyor.
Dünyanın veya ülkemizin farklı noktalarında bulunan güzelliklere imrenen beton kafalarımız şehre gelince tam tersini yapıyor.
Nerede boş yer varsa oraya beton dökülüyor?
Nerede boş yer kaldıysa orası bir müteahhide teslim ediliyor.
Bu olay kişilerin değil bir yönetimsel anlayışın sonucu.
Toplum olarak bizlerin söz konusu kendi çıkarımız olduğunda; “yanarsa yansın dünya” bakış açımızdan kaynaklı.
Söylemleri ile yaptıkları birbirini tutmayan belediye başkanlarından, idarecilerden, STK’lardan ne bekleyebilirsiniz?
Beton kafalılarımıza Allah sağlık versin.
Daha betonlaştırılacak çok parkımız, plajlarımız, doğa güzelliklerimiz, şelalelerimiz, imara açılmış ortasına bina yapılacak yollarımız var.
Çok şükür!
Ya olmasaydı ne yapardık!
Kentin güzelliklerini yaşatmak yerine betona gömme yarışı yapan idarecilerimizi saygıyla selamlıyoruz!
Allah bu çok dürüst, çalışkan, başarılı idarecilerimizi başımızdan eksik etmesin!

Çarpık sanayileşme!
Zonguldak olarak her şeyi istiyoruz.
Her yere hastane.
Her yere stadyum.
Her yere liman.
Her yere OSB.
Her yere küçük sanayi sitesi.
Zaten coğrafi engellere teslim olmuş bu şehrin kaç metrekare düz toprağı kaldıysa oraya mutlaka yapacak bir şeyimiz var.
Filyos Limanı.
Filyos endüstri bölgesi sonrasında bölgede başka alanlarda sanayileşme adımları atılmak isteniyor.
Doğrudur.
Yıllardır yapılmayan yatırı düşünceleri kulağa hoş geliyor.
Ancak bunlar yapılırken ölçüsüz, plansız, kontrolsüz, çarpık bir yapılaşmanın artarak devam ettiğini neden göremiyoruz.
Çaycuma, Gökçebey, Devrek hattında tarım yapılabilecek alanlar da aynı çarpıklığın devamında kurban edileceği günleri bekliyor.
Her siyasetçimiz, her belediye başkanımız tatlı bir rekabet içinde kendi bölgesine OSB gibi alanların oluşturulmasını istiyor.
Mesela Çaydeğirmeni’nde.
TOKİ konutları yapılmış.
Hemen dibine dere tarafına küçük sanayi sitesi yapılacak.
Öyle şeyler yaşıyoruz ki yatırımlara bile sevinemiyoruz.

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!
Ereğli Kaymakamı’nın üç ay önce bir denetim sırasında üç eczane çalışanına ceza kestirmesinin görüntüleri Türkiye’ye gündem oldu. Güzel şehrimiz Vali Erdoğan Bektaş’ın; “Sağlıkçılarımız bize yük” oldular sözüyle yaşanan tartışmanın ardından yeniden gündemde.
Ahmet Hakan konuyu köşesine taşımız.
Diyor ki;
“Kaymakamın bu tutumunu görünce, ‘Bu kaymakam iyi ki Nişantaşı Kaymakamı değil. Yoksa kafede üç arkadaş oturmuş kahve içerken... Kafeyi basıp bize ceza keserdi”
Bir başka yazısında ise böylesi durumlar için önemli uyarılarda bulunuyor;
“Bas cezayı anlayışıyla hareket etmeyin.
- Cezalandırıcı değil, yapıcı olun.
- Anlayışlı olmayı asla elden bırakmayın.
- Korku değil... Sevgi ve saygı uyandırın.
- Vatandaşın üstüne üstüne gitmeyin.
- Büyük ihlalleri görmezden geliyorsanız küçük ihmallerle uğraşmayın.
- Adil olun, şefkatli olun.
- Vatandaşla eşit ilişki kurun, yukarıdan yukarıdan konuşmayın”
Bu sözlerin altına kim imza atmaz.
Vali Mustafa Tutulmaz da denetimlere katılıyor.
Karşılaştığı tablo ne olursa olsun gösterdiği saygı, nezaket ve sevgi dili ortada.
Aynı sevgi ve saygıyı da görüyor.
Elbette ceza yazılmak istendikten sonra mutlaka bir neden bulunur.
Kaymakam Beyin çabalarını da yakından biliyoruz.
O konuda da haksızlık yapmayalım.
Ancak yine de akıllara takılıyor.
Kaymakam bey içeri girince bu eczanenin çalışanları; “Kaymakam bey hoş geldiniz” diyerek ayağa kalkmış olsaydı aynı sonuç olur muydu?
Muhtemelen olmazdı.
Kaymakam Çorumluoğlu, konuşması sırasında devletin kaymakamının yeterince dikkate alınmamış olduğunu düşünerek duygularına yenilmiş olabilir mi?
Olabilir.
Aynı uygulamayı veya cezayı şehrin ve hayatın başka noktalarında yapmak -kesmek mümkün mü?
Değil.
Neyse ki Zonguldak’tan üniversitelerde derslere konu olabilecek bir olayımız daha oldu.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!

Bir turizm ihaneti!
İsviçre’nin dağ köylerinin videolarını izliyorum.
Bizim köylerin canım güzellikleri geliyor aklıma.
Bizim köyde tüm evler ağaç yapılardan oluşuyordu.
İstanbul’a giden tüm köylülerimiz ilk iş olarak memlekete dönüp kütük evleri yıkıp yerine beton yapmaya başladı.
Ve tüm Karadeniz’de kıyım devam ediyor.
Oysa ağaç ev işçiliğinin meslek olarak kalması, yeni ustaların yetişmesi ve İsviçre benzeri turizm avantajlarımız olabilirdi.
Anlatamadık.
Hala anlatamıyoruz.
Mesela Ankaralı girişimci gelip Yenice’nin bir köyünden 20 ağaç evi söküp Ankara’da bir köy otel kuruyor.
Ankaralıların uğrak noktalarından biri oluyor.
İşte örnek bir model.
Bizler hazırda ne varsa yıktık, yıkmaya devam ediyoruz.
Benzer uygulama eğer Safranbolu’da yapılsaydı bugün
eski Safranbolu kalır mıydı?
Bunlara kafa yoran, bunları doğru şekillendiren, planlayan, hazırlayan, dert edinen idarecilerimiz olmadı!
Turizm bakanlarımız böyle orijinal köyleri korumak, yaşatmak için yasalar çıkaramadı!
Akdeniz, Ege kıyılarında sürekli yeni otellerin yapılması onları daha fazla büyüledi!
Zonguldak Fener’in kısmen de olsa imara açılması söz konusu.
Buradan öneriyoruz.
Tüm tek katlı bahçeli evler satılmak yerine eski görsellerde olduğu gibi beton veya ahşap korkuluklarla çevrelenip, bahçeleri düzenlenip otel veya sosyal - kültürel alanlara dönüştürülmeli.
Zonguldak o zaman büyük değer kazanır.
Fener bütüncül olarak ele alındığında harika bir merkez olur.
Detaylarına girmiyorum.
Peki bizi anlayan var mı?
Duyan var mı?