Eskiden çay bahçelerimiz vardı. Adından da anlaşılacağı üzere sonu bahçeyle bitiyordu. Kış aylarında kapalı, kaderine terk edilmiş, her tarafını ot ve yaprağın kapladığı alanlardı. Yaz aylarında ise genelde bir çınar ağacının gölgesi merkezli, denize, manzaraya nazır yerler tercih edilir. Ağaçtan ağaca çekilen seyyar renkli ampuller, yarı beline kadar beyaz kireçle boyanmış ağaçlar altında ahşap masa sandalyelerden oluşan açık hava dinlenme alanlarıydı. Çay bahçeleri için Türk aile yapısına uygun geliştirilmiş ve tahsis edilmiş açık hava ve eğlence mekanı da diyebiliriz. Genelde orta yaş gurubunun vazgeçemediği alanlardır. Güzel sohbetlerin, yerine göre dertlerin masaya yatırılarak paylaşıldığı mekanlardır. Her ne kadar adı çay bahçesi olsa da, genelde gazoz tüketiminin daha çok olduğu aşikardır.
Gazoz, geçmişte siyah beyaz dünyamızın renkli bir tadıdır. Çay bahçesinde pipetle köpürtüp, leblebi eşliğinde içilen. Kimi zaman mahalle arasında gazozuna top koşturulan 'gazozuna yıllar'... Kimi zaman da yazlık sinemada izlenen filmin hararetini alan içeceğimizdir. Kapağı, mantarı ve kokusu bile çocukluk yıllarımızın oyun aracı ve tadıdır.
Gazozlar fıskiyeli havuzlarda, buzlu kaplarda soğutulur, genelde kahvelerde ve mahalle bakkallarında satılırdı. Köşe başı çeşmelerinin olduğu eski yıllarda biraz da maddi imkânsızlıklar nedeniyle birçok çocuk gazoz satın alamadığı için şişe kapaklarını biriktir. Kapağına oyunlar oynarlardı.
Özellikle 60 ve 70’li yılların bir numaralı içeceği gazoza bir tür şerbet de demek mümkündü. Ana maddesi su olan, gazlı şerbet. Suya önce karbondioksit katılır. Dinlendirilir. Sonra bu suya şeker, meyve suyu, aroma, esans eklenir. Basınçlı su depolarda saklanır. Özel makinelerle şişelere doldurulup kapaklanır. Ve tabii soğuk içilirdi. O, buzdolabının, soğuk hava depolarının olmadığı dönemlerde, gazozu soğutmanın tek yolu, havuzlar, fıskiyeler ve dağlarda saklanmış kar ile kocaman kalıplar halinde üretilen buzlardı. Mahalle aralarında seyyar satılır bazı aileler tahta kasasıyla birlikte toptan alırlardı.
1960'lı yıllarda bine yakın yerel gazoz markası olduğu tahmin edilmektedir. Gazoz hane cenneti olan Beyoğlu'nda başlayıp kısa süre sonra Anadolu'ya yayılan ve her şehrin kendine özgü tatlarıyla üretilen gazoz markaları pazara yayıldı.
Zonguldak’ta yerel gazoz imalatçılarının olduğu yerlerden biriydi. Acılık’ta üretilen Aksel, Kazım Kumtaş’ın ürettiği Damla gazozu. Emniyet Oteli’nin altında Güzel Ankara gazozu. Kilimli’de Ziraat bankasının altında üretilen ve seyyar satılan Sever gazozu. Karadon’da Bostancı gazozu. Kozlu’da Yeşildağ, Çatalağzı’nda Çağlayan gazozu. Bartın’da Alemdar, Safranbolu’da Bağlar gazozu. Ereğli’de Meşhur Osmanlı Çileği gazozu hatırladıklarımızdan bazıları. Hepsi doğal ve hepsi milli markalarımız.
SEYYAR GAZOZCULAR…
Altmışlı yıllara kadar yaz aylarında ortaya çıkan sokak satıcılarından biriydi gazozcu. Elle ittiği, tekerlekli, ahşap arabasının içine gazoz kasalarını yerleştirir, üzerlerine de kar ya da buz kalıpları koyarak çarşı pazar yerlerinde, parklarda, gazoz satarlardı. Gazoz arabasının geçtiği yerlerden damla damla sızan su, uzun bir iz bırakırdı. “Buz gibi gazoz, otuz iki dişe keman çaldırıyor!” sloganını bağırarak reklam yaparlardı.
1964 yılında iki yabancı kola markasının pazara girmesiyle, gazoz üretimi yavaş-yavaş azalarak anılarda kalmıştır. Anadolu’da başlayıp yabancı sermayenin Türkiye piyasasında hâkim olan bir hikâyedir gazoz. Son yıllarda gazoz nostaljik bir değer kazanarak yavaştan geri dönmeye başlamıştır.
Yüksel Yıldırım-2019
Zonguldak Nostalji