“Güneş ufuktan şimdi doğar / yürüyelim arkadaşlar!”
Merhaba değerli okurlar.
Zonguldak’ta görev yapan veya emekli Beden Eğitimi öğretmenleri 19 Mayıs için Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okudukları bir video yayınladılar. Öğretmenlerimiz güzel bir iş yapmış, hepsinin ellerinden öpüyorum.
Öğretmenler demişken HABERTÜRK yazarlarından Nagehan Alçı 17 Mayıs’ta “AVM’ler açık, okullar kapalı… Kademeli normalleşme hayırlı olsun!” başlığıyla öğretmenleri hedef alan bir yazı kaleme aldı. Alçı kısaca diyor ki AVM’ler açık, okullar kapalı; öğretmenler buna hiç ses çıkarmıyor. Ne okullar açılsın, diyor; ne aşımız nerde diye soruyorlar, diyor. Eğitim bu ülkede önemsenmiyor, umudum kalmadı, diyor.
Sert eleştirime başlamadan önce Sayın Alçı’ya hak verdiğim noktalara değinmek istiyorum.
Evet, bu ülkede ne yazık ki eğitim önemsenmiyor. AVM’ler açılıyor, gezmek serbest ama okula gitmek yasak.
Evet, zihinsel ve bedensel çürümeye terk ediliyor, çocuklarımız… Zihinsel ve bedensel çürümeye terk edilen sadece çocuklarımız mı?
Bu maddelerde kendisine yüzeysel olarak katılıyorum.
Peki, işin iç yüzü böyle mi gerçekten?
Okulların Katkıları
Başta eğitimin içeriğine değil de genel olarak okulların ne verdiğine bakmakta fayda görüyorum. Verdiği eğitime veya kalitesine değil, kurumların kabaca sosyal etkilerine…
İlköğretim: çocuklara, sosyal yapının ne olduğunu ve sosyal ilişkilerin nasıl kurulacağını öğretir. Temelde, çocuk ilk kez yabancılarla çok boyutlu ilişki kurar. Sosyal becerilerini geliştirirken, öğretmenin tuttuğu ışık ile kendini keşfeder.
Lise: Ergenliğin de etkisiyle, çocuğun yapısının değiştiği ve şekillendiği bir dönemdir. Lisedeki ilişkiler, ilkokuldaki gibi doğrudan kontrol altında değildir. Çocuğun özgürlük talepleri de ilkokuldaki kontrolcü yapıya başkaldırı niteliğinde bir “gizleme” güdüsüyle birlikte hareket eder. Aileler, ilişkileri derinlemesine tespit edemeyebilir. Aktif bir öğretmen, çocuğun savrulduğu yönü, eksiğini, yanlışını görebilecek ve toplumsal iyiye sevk edebilecek tek varlıktır. Toplumsal iyi nedir, tartışması buranın konusu değildir. Ancak hala birçok çocuğun ihtiyacı aile tarafından karşılanır. Yarı-sorumluluk sahibi olunan dönemdir de denebilir.
Üniversite: Üniversitede öğretmen yoktur. Akademisyenler yani bilim insanları vardır. Gençler uzman olmak istedikleri veya mecbur kaldıkları alanda uzmanlaşmak için bulunurlar. Kurumsal bir kültürün yine, ders anlatıcının ışığında yerleşebileceği; bambaşka insanların tanınacağı ve mecburi ilişkilerin kurulup tahammül ve saygının tam anlamıyla oturması gereken / oturduğu yerlerdir. Gencin, bir sonuca gitme hedefiyle, hem hayatı öğrendiği hem de tökezlese de destek görebileceği bir kurumdur.
Tüm eğitim kurumları çocuklara sosyal ilişkileri öğretir ve sosyal becerileri kazandırır. Eğitim bu anlamda milletin kültürünün inşasıdır.
Gelelim eleştirilere…
Duymadınız mı, Duymak mı İstemediniz?
Zenginler para kazansın, para kazanmaya devam etsin; gariban esnafa üç-beş verelim.
AVM’lerin açık olması AVM esnafının mı işine geliyor, yoksa AVM zincirleri sahiplerinin mi?
Bu konuları konuşacaksak bu ekonomik ilişkilerin adını baştan koyalım. Zonguldak’taki bir AVM’de dükkanların çoğu kapalı. Açanlarınsa personeli kısıtlı...
Burada kazanan tek başına çalışan personel mi, dükkanın işletmecisi mi, o dükkandan kira alan mı?
Bence mesele büyük parayla oynayanların “büyüklüğü” zeval görmesin.
Eğitim sektöründe, AVM’ler gibi hızlı para dönmüyor ne yazık ki. Ama bir milletin geleceği besleniyor.
Nagehan Hanım diyor ya “hani neredesiniz öğretmenler, sesiniz çıkmıyor…”
Benim hatırladığım ilk günlerden beri öğretmenler okulların açılmasını istiyor. Önlemler alınsın okullar açılsın.
Öğrencinin derslere ilgisi zaten zayıf, uzaktan / on-line olunca öğrenciyi derse adapte edemiyoruz. Herkes eğitime eşit ulaşamıyor, diyorlardı.
Nagehan Hanım, okullar açılmıyor, siz de bir şey demiyorsunuz diye öğretmenleri hedefe koyuyor. Hayır efendim. Gerek sendikası, gerek bireysel söylemlerle öğretmenler okullara dönmek istiyor.
Açık olan sınıfların öğretmenleri diyormuş haksızlık, ben okula gidiyorum, kimse gitmiyor. Sanki okula gitmeyen öğretmen evinde yatıyor. “Yok oğlum öyle bir şey.” (Yahşi Batı, Kızılderililer Türk’tür diyorlar?)
Uzaktan Eğitim süreci, öğrenciler arasındaki eşitsizlikleri bir tarafa bırakırsak, öğretmenler için de yeni bir cephe, büyük bir savaş. Eminim ki okullar açılsa, en çok öğretmenler sevinir. Daha doğrusu okullar zaten açık, idari kadrolar görevlerini yapmak için okula gidiyor. Öğrenciyle öğretmen buluşması yüz yüze gerçekleşmiyor sadece.
Uzaktan Eğitim’i derinlemesine incelemeye gerek yok, aklın yolu birdir. Sorum basit:
Birine derdinizi anlatacaksınız, telefonla anlatmak mı daha kolay, yüz yüze anlatmak mı?
Öğretmenlerin sesi çıkmıyor-muş!
Efendiler, bütün eğitim sendikaları dönem dönem açıklamalar yaptılar. Okullar açılmasın diyen bir tane sendika yok.
Ne yapsın öğretmenler, jop ve biber gazlı bir öğlen yemeği menüsü mü yesinler? Belki şansları vardır “her şey dahil” bir gece konaklama da kazanırlar…
Diğer bir nokta, öğretmenlerin aşılanması… yok, aşılanacak. Yok aşıladık…
18 Mayıs’ta Bakan Ziya Selçuk dedi, “40 yaş üstü öğretmenlerimiz aşılanacak.” Merak ediyorum, Nagehan Hanım ve bağlı bulunduğu basın grubu; hatalı politikaları eleştirenlere ve okullar üzerine söz söyleme hakkına sahip olan öğretmenlere ne kadar kulak verdi?
2019-2020 döneminde 1 milyon 117 bin 686 öğretmenimiz vardı. Ben bir garip genç olarak ancak 1bazılarını duyabildim. Durumdan memnun olanı görmedim. Merak ediyorum, öğretmenlerin sesini gerçekten duymadınız mı, duymak mı istemediniz?
Bugün biraz uzattık, affola ama medya-demokrasi ilişkisine de değinmek istiyorum; derinliğini başka bir yazıda konuşuruz.
Medya ve Demokrasi
Klasik teoride demokrasinin üç temel ayağı vardır. Buna devlet aygıtının üç kuvveti de denir. Yasama, yürütme ve yargı.
Günümüzde artık medyanın, demokrasinin başka bir temeli olduğu akademik çevrelerce sık sık vurgulanmaktadır.
Teorik olarak medya, halkın bilgi alma özgürlüğünü temsil eder. Hakkını bilmeyen biri, hakkını arayabilir mi? İşte medya burada bunu anlatandır.
Bir haksızlığı, bir yanlışlığı, bir karanlığı konuşandır. Umut verendir. Paylaşandır.
Toplumun tümüne mesaj gönderici bir vasfı vardır ve önemli meselelerde kamuoyu oluşturabilecek, en etkili araçtır.
Ve toplumun düşüncesini şekillendirebilmek gibi bir yeteneği de vardır.
Bugün ana akım televizyon kanallarından yani hemen hemen her evdeki televizyonun çektiği –çok değil- üç beş kanaldan, 1 saat boyunca aynı “yalanı” gerçekmiş gibi söylersek; insanların düşüncelerinde bir “yalan” gerçeğe dönüşmüş olur.
Demiştim, medya bilgi verendir. Halkın hakkı ise doğru bilgiye ulaşmaktır. Medya işin içine farklı şeyler katarsa, penguen izlemeye devam ederiz.
Bazı düşünürler siyaseti, kamu yetkilerinin elde edebileceği kaynaklara ulaşmak için örgütlü (bir siyasi partili) ve eşit olmayan toplumsal yapılar – güçler arasındaki herkesin dâhil olabileceği meşru bir çekişme/çatışma olarak tanımlıyor.
Demokrasiyi de kabaca tanımlarsak, halkın kendi kendini yönetmesi; yönetme iradesini özgür seçimlerle temsilcilerine devretmesi, farklı seslerin ve farklı çıkarların sürekli bir çatışma halinde bulunarak, ortak yolu bulmaları / bulma çalışmaları diyebiliriz.
Şimdi soralım, size bir şey öğretmesi için birini tutuyorsunuz veya ücret karşılığında eğitim istiyorsunuz; o kişi bilmediğiniz bir şeyi size yanlış da öğretebilir / anlatabilir.
Yani, kitle iletişim araçlarına sahip medya; öylesine özgür, bağımsız ve tarafsız olmalıdır ki milletçe doğruya iyiye ulaşalım.
Bu kitle iletişim araçları, istediğini gösterebileceği gibi ‘İSTENENİ’ de gösterebilir. Yönlendirme kuvveti öyle güçlü bir iletişimden bahsediyoruz ki ne ortadaki bilginin doğruluğu ne kamuoyunun tarafı gerçekten faydalı olsun.
Biri size mikrofon uzattığında, fikrinizi sormaya çalıştığında konuşun. Kurgulanmış söylemler değil sizin gerçekleriniz duyulsun. Biz bunun için uğraşıyoruz. Her sese kulak vermek gerekir, bilgiyi aktarma görevinin doğru yapılması buna bağlıdır.
Bilgi ve bilgiyi taşıyan özgür değilse millet özgür değildir, uykudadır.
Bu sefer biraz farklı soralım, olur ya Sayın Nagehan Alçı cevap verir; duymadınız mı, duyurmadınız mı?
Bu Edebi Bir Çağrıdır
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket, bizim. … Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, / yok edin insanın insana kulluğunu, / bu davet bizim...” Nazım Hikmet
Köşemde, edebiyat alanı oluşturmak istiyorum. Eğer siz de, görülsün, duyulsun, okunsun, üstüne konuşulsun isterseniz; şiirlerinizi, öykülerinizi, hikayelerinizi, denemelerinizi veya aforizmalarınızı; her neyi isterseniz bana ulaştırın. Her CUMARTESİ günü biraz ben konuşayım, biraz siz konuşun. Ne dersiniz? Belki de efsanevi manzaralara sahip Zonguldak’tan efsanevi yazarlar çıkarırız.
Bağımsızlığımızın ve milli egemenliğimizin ilk adımının 102. Yıl dönümü, o adımı atarak bize bugünleri verenlere,
Başta Mustafa Kemal Atatürk’e
Ve bütün Anadolu halkına
Şükranla…
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı!..