Yüksel Yıldırım'ın yazısı şu şekilde;
"Zonguldak’ta büyüdüm. Fener diye bir semtte. Bir deniz bir de tenis kulübümüz vardı.
Zonguldak’ta yazlar çok kısadır. Deniz kulübü ise poyraza açık bir yerde konumlandığı için Karadeniz’in bütün hırçınlığını üzerine çeker. Dalga eksik olmaz yani.
Neler yaşandı o güzelim kulübün içinde, dışında ve denizinde, neler...
Ne aşklar, ne satranç maçları, bezik turnuvaları, briç kapışmaları...
Türkiye şampiyonları çıkardı tenis kulübü, Türkiye turnuvaları düzenledi.
Okul tatil olur olmaz başımıza geçirdikleri o tuhaf şapkayı havaya fırlatarak, kovboy usulü soluğu deniz kulübünde alırdık. Kapıda Rasim Amca olurdu. Öyle bir adamdı ki, üye olmayan birinin girmesi mümkün değildi. Herkesi ayakkabı numarasına kadar bilirdi.
Satrancı, tenisi, briçi, pokeri, insanları sevmeyi, aşık olmayı, güzel kızın anlamını, sinemanın yüceliğini, basketbolun gizemini hep orada öğrendim.
Nevin diye bir sevgilim vardı. Nevin beni hiçbir zaman sevmedi, ama ben ona tutkumu hiç yitirmedim. Evler A, B, C tipi diye ayrılırdı. Tek bir A tipi ev vardı, şato gibi, EKİ genel müdürü otururdu. B tipinde yardımcılar, C tipinde (dubleks villalar) müdürler. Bizim evimiz ise K tipiydi. Maraba takımının oturduğu evler. Bir oda, bir salon ve mutfak... Sonradan bir oda daha eklendi. Annem orayı “misafir” odası yaptığı için, işlevsiz kaldı.
“K” tipi evimizin kocaman bahçesinden karşı yolu gözlerdim. Nevin hep oradan giderdi deniz kulübüne. Çok sık gitmezdi, ama giderse oradan giderdi ve ben onu yürüyüşünden tanırdım. Nasıl bir heyecan kaplardı içimi, nasıl bir hafiflerdim, anlatamam. Annemin arkamdan koşuşturup da, “yemeğe gelecek misin,” sorusunu hep “ne yemeği,” diye abuk bir cevapla karşılardım. Nevin olmadığı günler ise son derece ağır başlı bir şekilde yemeğe de geleceğimi, hatta akşam saat kaçta evde olacağımı bile söylerdim.
Ama Nevin aklımı başımdan alırdı.
Gün geldi, Nevin için yanıp tutuştuğum günlerden biriydi yine. Gözüm deniz kulübünün girince koya bir geminin pruvası gibi uzanan terasındaydı. Kulübe kim gelirse gelsin, önce oraya bir uğrar, aşağıda kim var kim yok bakar ve aşağı soyunma kabinlerine öyle inerdi.
Hava hafif rüzgarlı, deniz de hafif dalgalıydı. Tam Nevin’in sevdiği bir deniz... Balık gibiydi, suya girince saatler boyunca kalır, sonra da çıkar giderdi. Deniz için gelirdi yani, beni görmeye değil.
İşte tam onu terasta görmeyi beklerken, bambaşka bir siluet belirdi. Muhteşem bir güzellik, muhteşem bir endam... Nevin değildi, daha güzel, daha alımlı bir başka genç kız.
“Kim bu,” diye sordum yanımda kuma uzanan en yakın arkadaşım Levent’e (ne çok Levent vardı: Biltekin, Çuhalı, Güray). “Şu terastaki kızı tanıyor musun, kim o?”
Levent bakmadı bile. “Bilmiyorum,” diye iki kulaç kum daha çekti göğsüne.
Gözümü alamıyordum.
Sonra kayboldu. Belli ki denize girmeye karar vermişti ve soyunma odalarından birine girmişti. Heyecanla bekliyordum. Upuzun, omuzlarına dökülen düz saçları, o kadar uzaktan bile görebildiğim kocaman gözleriyle bir süre sonra yeniden ortaya çıkacaktı.
Soluğumu da kesip bekledim.
Levent (Çuhalı) homurdanarak, “haydi çıkalım, satranç oynarız,” dedi.
Hiç reddedemediğim bir şeydi satranç, ama “hayır,” dedim. Şaşırdı. Havlusunu sırtıma vurarak, “Haydi,” diye yineledi. Suratına bile bakmadım. Deniz kulübünün girince sol tarafında, tramplenin olduğu yere doğru uzanan beton yolda biraz önce gördüğüm kızın belirmesini bekliyordum.
Nevin tamamen aklımdan çıkmıştı. Belki o sıralarda o da gelmişti deniz kulübüne, ama benim için artık o yoktu.
Kolay değil, daha yirmi yaşında bile değildim.
Beklediğim kız ise herhalde 15’inde bile yoktu.
Göründü...
Artık o andan sonra “kimin” yanına gideceği önemliydi. Belli ki Zonguldak dışından gelmişti ve birinin konuğuydu, ama kimin?
Yakın arkadaşlarımdan birkaçı daha kumlara gelmeden yolda karşıladılar. Artık kim olduğunu öğrenebilecektim, müthiş bir rahatlama içinde Levent’in boşalttığı yere uzandım.
Şimdi artık yaşamayan, benden birkaç yaş küçük “minik” Levent’e (Güray) sıkı sıkı sarılmasından cesaretle ona sordum: “Kim bu?”
“Kuzenim,” dedi.
“Adı?"
“Lale...”
İşte tam o sırada deniz kulübünün sahile de yayın yapan hoparlörlerinden The Four Pennies’in “A Place Where No One Goes” şarkısı çalmaya başladı.
Elli yıla yakın bir zaman sonra aynı şarkıyı dinlediğimde ne kadar yaşlandığımı, ne çok hatalar yaptığımı, ne güzel günler yaşadığımı, ne safça aşklar içinde yüzdüğümü düşündüm.
Çocukluğum gelecek için bir umudun başlangıcıydı. Bizler severek ve sevgimizi etrafımızla besleyerek büyümüştük. Kin yoktu hiçbirimizde, nefret yoktu. Denizden babam çıksa yerim diyen Ali’nin midye şölenine hep birlikte giderdik. Mehmet abinin tostundan ancak bir tane alma hakkımız vardı, Yayla sinemasında Ali ağabeyin bize bir limonata ve üç halkası için cebimizde mutlaka ayrılmış bir para olurdu. Daryal ağabeyin “haydi sen de gel, sana da tenis öğreteyim” dediği günlerde çırpı bacaklarımızla kortlara koşardık.
Dünyayı severdik ve o yüzden aşık olurduk. Sevgilimizi hayal ederdik, yıpratmazdık. Düşlerimizi vişne ağaçlarına asardık ki, ağaç kurumadıkça orada kalsın diye.
Böyle bir çocukluk yaşadık Zonguldaklılar olarak ve hala da o günleri özleriz.
Nevin mi, hiç bilmiyorum nerede.
İlkokul aşkım Nebahat, sonra Gülay... Onları da bilmiyorum nerede.
Lale’yi biliyorum, bir kıyıda yazlığında eski bir koltuğun üzerinde oturmuş denize bakıyordur. Çocuğunu evlendirmenin tüm mutluluğuyla...
Zaten bu yazı da ona bir merhaba demek içindi.
A.Mümtaz İdil (2014)
__
MÜMTAZ İDİL KİMDİR?
A.Mümtaz İdil, 11 Temmuz 1952’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Zonguldak’ta tamamladı. 1974’te A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne “misafir öğrenci” olarak devam etti. Prof. Dr. Cem Eroğul ve Prof. Dr. Mete Tuncay’ın öğrencisi oldu. Hacettepe Ü. Felsefe Bölümü’nde İona Kuçuradi ve Oruç Arıoba’nın öğrencisi oldu. A.Ü.Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi bölümünde iki yıl yüksek lisans eğitimi gördü. Prof. Dr. İnci San ve Prof. Dr. Cahit Kavcar’ın öğrencisi oldu.
A.Mümtaz İdil, 1992 yılında Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğünde Genel Müdür Yardımcısı oldu. Bir yıl sonra aynı bölümün Genel Müdürlüğüne geçti ve bir yıl bu görevi yürüttü. Daha sonra yeniden gazeteciliğe döndü. Sırasıyla Siyah Beyaz gazetesinde Yazı İşleri Müdürlüğü, Günaydın Gazetesi’nde Ankara İstihbarat Şefliği, Akşam gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.1998 yılında yeniden Kültür Bakanlığına Basın Müşaviri olarak döndü. Aynı yılın sonunda Çorum İl Kültür Müdürülüğüne sürüldü ve 2002 yılında Müsteşar Yardımcısı olarak Ankara'ya döndü, 2003 yılında emekli oldu.
1977 yılında Dönemeç dergisinde edebiyat hayatına atılan Mümtaz İdil’in bugüne kadar Türk Dili, Sanat Olayı, Dönemeç, Varlık, Gösteri, Sanat Dergisi, Cumhuriyet Kitap Eki, Türkiye Yazıları gibi periyodik yayınlarda binden fazla makalesi yayınlandı. Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapan İdil, Odatv'nin Ankara temsilciliği görevini yürütürken Mayıs 2017'de hayatını kaybetti..."
Zonguldak Nostalji-y.yıldırım-2015...