Gazete Duvar Gazetesi'nden Serpil Kurtay, 'Zonguldak'ın Zo'su' isimli yazısında a'dan z'ye Zonguldak'ı anlatarak şu ifadeleri kullandı;
"Ne demiş şair; “Yüz karası değil, kömür karası”... Tüm zenginliğini de yoksulluğunu da taş kömürüne borçlu bir il... Bir zamanlar insanların akın akın gittiği, günümüzde ise arkasına bakmadan kaçtığı bir şehir... Ah be Zonguldak! Nereden nereye?
Uzun yıllar önce biriyle röportaj yapmıştım. Ama ek bilgiler gerekiyordu ve bu bilgileri istemek için asistanını aradım. Elektronik posta adresimi verdim, bilgilerin gelmesini bekliyorum. Gönderecekleri tarihte elime hiçbir şey ulaşmayınca tekrar aradım. Asistan gönderdiğini söylüyor ama bana gelen bir şey yok. Adresi teyit edelim dedik. Asistan “serpilkurtaz@...” diye devam ediyor. “Z değil, y olacak.” falan diyorum ama kadın, benim ısrarla “y” değil, “z” dediğimi söylüyor. Nasıl kendi soyadımı yanlış kodlayabilirim ki? Üzerine bir de “Hatta Zonguldak’ın Zo’su dediniz” demez mi? İnanın ne diyeceğimi bilemedim ve ikimiz de gülmeye başladık.
Eskiler biliyordur ama bilmeyenler için kendi soyadımı şaşırtacak kadar bir döneme damgasını vuran Zonguldak’ın Zo’su olayını anlatayım: Şimdiki gibi bir sürü kanalın, bir sürü dizinin, bir sürü programın olmadığı yıllar... Mehmet Ali Erbil’in Çarkıfelek’i de o zamanlar pek popüler. Yarışmacılar, bir çarkı çeviriyor, bir harf söylüyor, söylediği harf sorulan kelimede çıkarsa çarktaki puanı kazanıyor. Günlerden bir gün Ajda Pekkan, programa katılıyor. Çarkı çeviriyor ve harf tahmininde bulunuyor: “Zonguldak’ın Zo’su.” İşte nasıl olduysa bir gün içime Ajda Pekkan kaçıyor ve kendi soyadımı bile yanlış söylüyorum. Hâlâ o telefon konuşmasını hatırladıkça sinirim bozuluyor.
Neyse kendi hikâyemi bir kenara bırakıp yeni öğrendiğim bir bilgiyi paylaşayım sizle: Hani Adana’nın a’sı, Bolu’nun b’si diye kodluyoruz ya bunun bir standardı varmış. Adı da Türk Kodlama Sistemi... İlgili kurum ve kuruluşlarla bilim insanlarının görüşleri alınarak, TDK İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından 8 Ocak 2004 günü belirlenmiş ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belgeyle ölçünlü (standart) hâle getirilmiş. Bu sisteme göre her harf için belli bir şehrin adı esas alınıyor (Sadece ğ, “yumuşak g”; J de “jandarma” şeklinde kodlanmış). Tabii z harfinin kodlaması da Zonguldak’la yapılıyor ama “ze” olarak, “zo” şeklinde değil!
ZONGİ!
Zo’su da ze’si de olsa Zonguldak enteresan bir kelime... Nereden geldiğiyle ilgili birçok rivayet var. Adını Sandra Çayı’ndan aldığı da yörenin sazlarla kaplı olması nedeniyle “sazlık, bataklık” anlamına gelen “zonguralık, zunguralık, zongalık, zungalık” sözcüklerinin zamanla değişime uğradığı da “titreten yer” anlamındaki, “zonklatan” sözcüğünden geldiği de öne sürülüyor. Hatta ocakları ilk işleten Fransız ve Belçika şirketlerince, kentin hemen yanındaki Göl Dağ’ın nirengi noktası alınması sonucu, Göl Dağ kesimi ya da bölgesi anlamına gelen “Zone Gheul Dagh”ın Türkçe okunuşundan geldiği de iddialar arasında. Zonguldaklılar, bu rivayetlerden hangisini isterse onu benimsiyor ama tahammül edemedikleri ortak bir şey var ki o da üniversiteye gelen yeni nesil gençlerin şehre “Zongi” demesi... Benim gibi şaşkın biriyseniz aman dikkat, ağzınızdan kaçırmayın!
KÖMÜRÜN ALDIĞI İLK CAN, UZUN MEHMET
Hadi filmi biraz daha geriye saralım. Ajda Pekkan o zaman da yaşıyor mu bilmem ama yurt dışından getirilen yanıcı ve kara taşların bir efsane gibi kulaktan kulağa yayıldığı 1800’lü yıllar... Zonguldak yöresinde yaşayan Uzun Mehmet de askerdeyken subaylardan duymuş ve bu taşı bulmak hayallerini süslüyor. Günlerden bir gün (8 Kasım 1829 diye net tarih veriliyor) Uzun Mehmet, buğday öğütmeye Köseağzı Değirmeni’ne gidiyor. Bakıyor ki kalabalık, “Sıra bana gelene kadar şu yanıcı ve kara taşı arayayım.” diyor. Neyren Deresi’nin orada bazı taşlar buluyor. Kimseye çaktırmadan değirmenin oradaki ateşe bu taşları atıyor. Yandığını görünce içi içine sığmıyor. Buğdayını öğütüp sırrıyla evine gidiyor. Sabahı zor ediyor. Gün ışıyınca elinde kazması, küreği, eşeğinin sırtında yollara düşüyor. O kara taşları bulduğu yeden itibaren yukarılara doğru yürümeye başlıyor. Gözüne kestirdiği siyah bir toprağı kazınca kömür damarlarını buluyor. Taşları torbalarına dolduruyor. Hayali bu taşları İstanbul’a götürmek ama kara kışta yürüyemeyeceği için ilkbaharı bekliyor. Kar kalkınca da heybesinde taşlarla İstanbul’a doğru yürümeye başlıyor. Askerden tanıdığı subayları buluyor. Taşlar inceleniyor ve iyi nitelikte kömür oldukları anlaşılıyor. Müjde Padişah II. Mahmud’a ulaştırılıyor. Uzun Mehmet’e o zamanın parasıyla 500 kuruş ikramiye verilerek, ölünceye kadar da 600 kuruş aylık bağlanıyor. Uzun Mehmet, sevinç içinde köyüne dönerken kıskanç kötüler durur mu? Hacı İsmail Ağa adındaki bir gaddar, türlü oyunlarla Uzun Mehmet’i öldürtüyor. Bu topraklarda, kömür madenlerinin aldığı ilk can işte Uzun Mehmet oluyor.
Cumhuriyet’in ellinci yılında Türkiye Taşkömürü Kurumu tarafından bir anıt dikildi. Zonguldak şehir merkezinin her yerinden gözükecek şekilde, Balkaya sırtına konumlandırılan “Uzun Mehmet Anıtı”nın çevresi günümüzde piknik alanı ve gezi yolu olarak kullanılıyor. Bir diğer piknik alanı ise Zonguldak Kent Ormanı...
NEREDEN NEREYE?
Sonra ne mi oldu? Madenler, birer birer faaliyete geçti. Kömür ocaklarının açıldığı yerlerde yeni yerleşim birimleri meydana geldi. Yerli ve yabancı sermayenin akını, limanın yapılması derken nüfus artamaya başladı. 1886’dan 1931’e dek “mükellefiyet” ile işçiler çalıştırıldı. Zorunlu çalışma dayatmasıyla Zonguldaklılar işçileşirken şehirde sancılı ve zorunlu bir değişim başladı doğal olarak. Bu arada Dilaver Paşa tarafından hazırlanan ve 8 Mayıs 1867 tarihinde ilan edilen bir maden yönetmeliği olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı İmparatorluğu’ndaki maden çalışanlarına yönelik ilk hukuksal metin bu ve 1922’ye kadar da geçerliliğini korudu (Nizamname’nin iki özgün el yazması günümüzde İstanbul Deniz Müzesi Kütüphanesi’nde yer alıyor).
1 Haziran 1920 tarihinde kaza sınıfından çıkarılan Zonguldak, mutasarrıflık (ilçe) sınıfına alındı. 1 Nisan 1924 tarihinde de Cumhuriyet sonrası kurulan ilk il oldu. 1930 ve 1940’lı yıllarda ise Zonguldak maden ocakları ve tesislerinde mahkûm işçiler de çalıştırılmaya başladı. Yeşil-beyaz kıyafetleriyle diğer işçilerden ayrılan bu işçilerin çalıştığı bir gün, mahkûmiyetlerinden üç gün olarak sayıldı. Daha sonraları askerler de madenlerde çalıştırıldı. Özellikle de Zonguldak doğumluların büyük kısmının askerliği maden ocaklarında çalışarak geçti. İlerleyen yıllar herkesin malumu... Cumhuriyet romantizmiyle “karaelmas” diye anılan kömürün diyarı, emeğin başkentinde grizu patlamaları, grevler, yürüyüşler, sakatlıklar, ölümler ve daha nice acılar... Bu satırları yazarken baktığım madencilerin 1990-91’deki yürüyüş fotoğrafları nasıl da heyecanlandırıyor beni. Hem Zonguldak hem de Türkiye açısından nereden nereye gerçekten...
GELENDEN ÇOK GİDEN VAR
1940’ta 349 bin 783 olan Zonguldak nüfusu, 1990’a gelindiğinde 1 milyon 73 bin 560’a ulaşmış. Limanıyla Türkiye’nin Karadeniz ülkeleriyle arasındaki deniz ticaretinde önemli bir yere sahip olan ve Türkiye’nin en zengin taşkömürü madenlerini barındıran koskoca Zonguldak, tek yönlü ekonomisi yüzünden her geçen gün gerilemiş ve gerilemeye devam ediyor. 1991 yılında Bartın ve 1995 yılında Karabük illerinin kurulması ile nüfusu azalmış (Zonguldaklılar, Karabüklülere “bıngıldak” diyormuş, enteresan). Geçmişte madenler sebebiyle çok fazla işçi göçü alan ve uzun yıllar Türkiye topraklarına ekonomik olarak çok fayda sağlayan Zonguldak’ın nüfusu 2000’e gelindiğinde 615 bin 599, 2022 verilerine göre ise 588 bin 510... Bakalım alternatif yatırımların yapılmadığı ilin hâli Ereğli de ayrılınca ne olacak? Hey gidi Zonguldak...
Şehre hâlen göç eden var mı var ama daha fazlasını dışarıya veriyor il. “Zonguldak İlinde Göçün Sosyo-Ekonomik Nedenleri ve Alınabilecek Tedbirler” başlıklı araştırmada, “İstihdamın 1990’lı yıllara kadar şehir genelinde, büyük ölçüde TTK aracılığıyla yani kamu eliyle sağlanmış olması şehir ekonomisinin sadece TTK’ya yani tek sektöre bağımlı hale gelmesine yol açmıştır. Karabük ve Bartın’ın il haline getirilmesi, Zonguldak’ta madencilik sektöründeki daralma, bölgeye yönelik geliştirilen bu ekonomik yaklaşımın sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır. 90’lı yıllardan itibaren küreselleşme sürecinde artan ve kolaylaşan uluslararası ticaret bölgede yerleşik ağır sanayinin girdi maliyetlerinin üzerinde baskı oluşturmuştur. Bunun sonucu olarak da madencilik sektöründe küresel rekabet gücü nispeten düşük kalan Zonguldak ekonomik olarak gerilemeye başlamıştır. Ekonomik yavaşlamanın sonuçları 1990’lı yılların sonlarından itibaren artan bir biçimde hissedilmeye başlanmış, 2000’li yılların başından günümüze kadar ekonomik, sosyal ve kültürel olarak şehrin gelişmesini sağlayacak yatırımlar ve alternatif sektörler geliştirilememiştir.” deniliyor. Aynı araştırmada ankete katılanlar, ilin en büyük sorunları olarak işsizlik, hava kirliliği, altyapı sorunları, çevre kirliliği, belediye hizmetlerinin yetersizliği/şehrin bakımsız olmasını sıralıyor. Çoğu kişi sosyal yaşam olanaklarının yetersiz olmasından şikâyetçi. Çoğu aile çocuğunun gurbete gitmesini istemez ama Zonguldak’ta aileler, bunu bir kurtuluş olarak görüyor. Zonguldak’a gittiğinizde hediyelik eşya dükkânlarında göreceğiniz ve belki de çok “sevimli” bularak alacağınız o madenci heykelciklerinin aslında koskoca bir tarihi var ve her biri bana göre bu yazıya sığdıramayacağım kadar acıyı da barındırıyor. Düşünün helalleşerek gidilen, “Geçmiş olsun” diye dönülen bir iş...
OTUZ BÜYÜKŞEHİRİN ARTI BİRİ
Zaten şehre girdiğinizde de kaderine terk edilmişlik hissi sizi içine alıyor. Eskiden kömürün karasının her yere yayıldığı, nefes alınmakta zorlanılan bir ildi Zonguldak. Benim ilk gittiğim yıllarda insanlar kışın penceresini açmaya korkuyordu. Doğal gazın gelmesiyle bu gözle görülür siyahlık azalmış ama hâlen geçmişte yakalanılan hastalıklarla boğuşan çok insan var.
COVID-19 pandemisi döneminde döneminde hatırlarsınız, Zonguldak’a “Holosko muamelesi” yapıldı. Tüm yasaklar açıklanırken “Otuz büyükşehir ve Zonguldak” deniliyordu. Bu her ne kadar üzücü sebeplerden olsa da espri konusu da olmadı değil hani.
- “Zonguldak... Çarkıfelek’ten beri bu kadar gündem olmamıştı o da z harfinin yüzü suyu hürmetineydi Zonguldak’ın zooooo’su.”
- “30 büyükşehir ve Zonguldak açıklaması... ‘Karıncaya bile zarar vermem’ cümlesindeki ‘bile’ karıncayı incitir, biliyorsunuz ki. Yanındayız Zonguldak.”
- “Her seferinde şunu otuz büyük şehir ve Zonguldak diye belirtmek zorunda mısınız? Malum şehirler deseniz de anlarız biz, yeter artık zorumuza gitmeye başladı.”
- “Zonguldak... Haftalardır dışlanıp bu kadar kalbi kırıldığı yetmedi mi buraya da büyükşehir desek ne olur sanki?”
Hâlbuki Zonguldak haftalardır değil, yıllardır dışlanıyor ve Zonguldaklıların kalbi her daim kırılıyor.
'KAPTAN DÜZDE'
Zonguldak’ın merkezindeki mecburiyet caddesinin adı Gazipaşa... Hayat genelde bu caddeye göre şekilleniyor. Zaten şehrin tek düz yeri de diyebiliriz. Bütün sokaklar bu caddeden yukarıya doğru yükseliyor. O dik merdivenlerini çıkmak için sıkı bir kondisyona ihtiyacınız var anlayacağınız. Bu sebepledir ki dolmuştan inecek insanlardan sık sık “Kaptan düzde” sözünü duyabilirsiniz. Bu manzara açısından aslında evlere bir avantaj sağlıyor. Birçok evin deniz manzarası muhteşem ama o yağmuru, sisi, karanlığı yok mu şehrin... Kimisi İngiltere’nin ıssız kıyılarına, içine kapalı bir Norveç kasabasına benzetse de bunlar romantizmden öteye gitmiyor.
SOSYAL HAYAT FENER MAHALLESİ’NDE DÖNÜYOR
Halkın en çok ziyaret ettiği yer Fener Mahallesi. Zonguldak deniz feneri, 1908 yılında inşa edilmiş. 1940 sonlarında da lojman, spor ve eğlence merkezi olarak Fener Mahallesi oluşmaya başlamış. Aynı yıllarda liman inşaatının yapımına başlayan Hollanda firmasının üst düzey personeli, bu mahalledeki lojmanlarda ikamet ediyormuş. Anlayacağınız mahallenin büyük kısmının ilk sahipleri Hollandalı yöneticiler... Lojmanları, misafirhanesi, Deniz Kulübü, tenis kortlarıyla kentte farklı bir kültürün oluşmasını sağlamış.
Günümüzde de kafelerin, çay bahçelerinin, lokallerin, şezlongların, parkların, spor alanlarının olduğu deniz kıyısındaki Fener Mahallesi, sosyal hayatın en canlı olduğu yer. Yazın Fener’de yeşillikler üzerinde, Liman’daki dalgakırandaki kayalıklarda oturan gençlerin diğer bir alternatif adresi de üniversitenin olduğu ve “Site” diye anılan bölge. Üniversiteliler, genelde Site’den ev tutuyor, bu muhitteki mekânlarda takılıyor.
Alışveriş merkezlerindeki sinemalarını saymazsak şehirde kültürel etkinlikler yok denecek kadar az. Ereğli’deki yaz konserlerini iple çekiyor insanlar. Şarkıcılar, il merkezinden çok bu ilçesinde konser veriyor; “Tarkan bile geldi Ereğli’ye.” diye anlatıyor Zonguldaklılar. Sohbet etme fırsatı bulursanız Zonguldaklıların en çok anlattığı konuların başında (sayıları azalsa da) elbette madenci anıları geliyor.
ÇIPLAKLAR, PLAJLAR
Size Zonguldak’ı gezdirmeye başlayacağım ama ilin bir derdinden bahsetmesem olmaz! Zonguldak ve ilçelerinde birbirinden ilginç köy isimleri var. Kimisi görünce gülümsetse de köy sakinlerinin pek hoşuna gitmiyor. Bu güne kadar Zonguldak ve ilçelerinde elliye yakın köy ismi halkın talebi üzerine İl Genel Meclisi kararıyla değişmiş. Mesela Devrek ilçesine bağlı Deliahmetoğlu köyünün adı “Sevinç” olurken Ereğli’ye bağlı Deliler köyünün adı da “Pınarcık” olmuş. En dertli köy ise “Çıplaklar”...
“Çıplak” demişken biraz da sahillerinden bahsedeyim. Zonguldak’ın yaklaşık seksen kilometrelik kıyı şeridi var. Bartın sınırından itibaren Sazköy, Filyos, Türkali, Göbü, Hisararkası, Uzunkum, Kapuz, Karakum, Değirmenağzı, Ilıksu, Kireçlik, Armutçuk, Karadeniz Ereğli, Mevreke, Alaplı ve Kocaman mevkileri ilin en önemli kumsalları. Ama bunlar turistik açıdan pek de tatmin edici nitelikte değiller. Ancak Zonguldaklılar, deniz turizmi açısından bakir kumsallar olan Türkali ve Göbü sahillerini; deniz sporları açısından da Filyos, Ereğli ve Ilıksu kıyılarının değerlendirilebileceğini söylüyor.
TÜRKİYE’NİN TEK MADEN MÜZESİ
Bir kent bu kadar madenle anılır da müzesi olmaz mı? Zonguldak’ta Maden Müzesi ve Kömür Deneyim Uçağı bulunuyor. Taşkömürü madenciliğinin belgeleri, dönemin gelişmelerini yansıtan gazeteler, kullanılan aletler, iletişim araçları ve dönemin madencilik teknolojisi, taşkömürü ve kömür çeşitleriyle fosiller tanıtılıyor. Fuaye alanında da kömür ve şehir ilişkisi anlatılıyor. Müze içerisinde yer altına inen maden asansörlerindeki yolculuğu ziyaretçilere tanıtmak amacıyla asansör simülasyonu ve gerçek bir maden deneyimi ocağı faaliyete geçirilmiş. Bir simülasyon da patlatmayla ilgili... Müze bahçesinde eskiden kullanılan raylı taşıma araçları sergileniyor ve bir de Maden Şehitleri Anıtı bulunuyor. Çanakçılar Özel Etnografya ve Arkeoloji Müzesi’nde de arkeolojik ve etnografik eserler bulunuyor.
Karadeniz Ereğli Müzesi ve Gazi Alemdar Gemisi Müzesi ise Ereğli ilçesinde. Halil Paşa Konağı’nda hizmet veren Karadeniz Ereğli Müzesi’nde Ereğli ve çevresinden toplanan Hellen, Roma, Bizans dönemlerine ait mermer mezar atelleri, figürlü mermer sütun başlıkları, cam kaplar, takılar, çeşitli madeni eserler, kandiller, figürler, amforalar ve sikkelerden oluşan eserler sergileniyor. Ayrıca çeşitli erkek ve kadın giysileri ile yöreye özgü bir dokuma olan “elpek” kumaşı ve ipliği, dokuma aletleri, mendil, bohça, örtü gibi dokuma türleri, silahlar, mühürler, tütünle ilgili eşyalar, tespih, saat, mutfak eşyaları, ölçü ve tartı aletleri ve yazma eserlerden oluşan yöresel etnografik eserleri de bu müzede görebilirsiniz.
Kurtuluş Savaşı döneminde türlü badireler atlatan Alemdar Gemisi’nin birebir aynısı yapılmış ve bu gemi, Ereğli’de “Gazi Alemdar Gemisi Müzesi” olarak hizmet vermeye başlamış. Bu arada Zonguldak açıklarında Mithatpaşa, Bahr-i Ahmer ve Bezm-i Alem gemilerinin batıklarının bulunduğu bilgisini de vereyim.
Zonguldak’ta ayrıca Yeni Cami’yi, Orhangazi Cami’yi, (Ayasofya Kilisesi); bastonlarıyla meşhur Devrek ilçesindeki Baston Anıtı’nı ve Bastoncular Çarşısı’nı; Kozlu’daki Kozlu Kilisesi’ni; Gökçebey’deki Veyisoğlu Köyü Anıt Ağacı’nı görebilirsiniz.
Herkül’e Kral Eurystheus tarafından verilen on iki görevden sonuncu ve en güç olanı, Cehennem Köpeği Kerberus’un, hiçbir ölümlünün bir daha geriye dönemediği Ölüler Ülkesi’nden (Hades) kaçırılmasıymış. Herakles, Altın Post’u aramak üzere yola çıkan Argo Gemicileri’yle Ereğli’ye gelmiş ve Hermes ile Athena’nın da yardımıyla Kerberus’u yeryüzüne çıkarmış. Eurystheus’un Kerberus’u gördüğünde çok korkması üzerine, Herakles onu tekrar Ölüler Ülkesi’ne bırakmış. Herakles’in Kerberus’u kaçırmak üzere Ölüler Ülkesi’ne indiği yer olan Cehennemağzı Mağaraları, günümüzde Ereğli Müzesi’ne bağlı ören yeri olarak faaliyet gösteriyor. Yan yana sıralanmış üç mağaradan oluşuyor. Antik Dönem’in Acheron Vadisi olarak bilinen bölgedeki mağaralardan biri, çok eskiden Hıristiyan kilisesiymiş.
Zonguldak’ta ayrıca Kantar, Yassıkaya, Sarmaşıkini, İnönü, Dortinler 2 Çayır Köyü, Kızılelma, Cumayanı, Gökgöl ve Sofular mağaraları bulunuyor. Bunlar içinde en ilgi çeken Gökgöl Mağarası’nın içi damla taş birikimi yönünden son derece zengin ve her traverten, sarkıt, dikit sütunlar yanında, bayrak, perde, akma damlataşlarıyla süslü.
Harmankaya Şelaleri’ne gitmek istiyorsanız Çaydamar’daki İl Özel İdaresi ek binasının arkasına araçla ulaşabiliyorsunuz. Araçtan indikten hemen sonra 1500 metre karelik, çevresi orman ve tabanı çimenlik bir piknik alanı var. Sonra vadi içindeki patikadan ilerlemeye başlıyorsunuz. Biraz zahmetli olsa da pes etmezseniz yemyeşil bitki örtüsünün eşliğinde arka arkaya üç şelaleye ulaşabiliyorsunuz.
FİLYOS (TİOS)
Zonguldak’taki en görülesi yerlerden biri Filyos (Tios)... Tarihi boyunca siyasi güç oluşturamayan kent, Roma Dönemi’nde MÖ 70 yılında yakılmış ve yağmalanmış. Daha sonra yeniden inşa edilerek, ticaret ve balıkçı kenti olarak yaşamını devam ettirmiş. Bizans Dönemi’nde önemli bir dinî merkez olmuş. Selçuk ve Osmanlı dönemlerinde ise giderek önemini yitirmiş ve küçük bir balıkçı köyüne dönüşmüş.
Bugün Filyos beldesinin bulunduğu alanda eski kentten toprak üstü kalıntı olarak; Roma, Bizans ve Orta Çağ dönemlerine tarihlenen kalede; sahil surları, su kemeri, tonozlu galeri, tiyatro, savunma kulesi ve çeşitli mezarlar görülebiliyor. Kentin denize hâkim noktası olan bir burun üzerinde kurulan Filyos Kalesi, iri taşları nedeniyle güçlü ve heybetli bir görünüme sahip. Bu arada Tios, Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında kazılan ilk ve tek antik kent...
Öte yandan doğada zaman geçirmeye devam etmek istiyorsanız kampçıların tercihi Bostandüzü Ormaniçi Dinlenme Alanı’nı ve Gümeli Tabiat Alanı’nı; raftingcilerin adresi Dirgine Çayı ve çevresini; Bölüklü Alaplı (Gümeli) ve Merkez Çağlı Köyü yaylalarını önerebilirim.
YÜZ KARASI DEĞİL, KÖMÜR KARASI
Yazımı Orhan Veli Kanık’ın meşhur satırlarıyla bitirmek istiyorum:
“Güneşli bir günde
Masmavi göreceğiz Karadeniz’i
Balkaya’dan Kapuz’ a kadar,
Karış karış biliriz bu şehri;
EKİ’nin çiçekli bahçeleri,
Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla;
Paydos saatlerinde yollara dökülen,
Soluk benizli insanlarıyla.
Siyah akar Zonguldağın deresi
Yüz karası değil, kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası?”