Zonguldaklı maden işçisi ve yer altında çektiği madenci fotoğraflarıyla kültürel zenginlikleri belgeleyen Alaaddin Kara’nın son yazısı “Rayların Türküsü” Ters Dergide yayımlandı.
Kara, yazısında çocukluğundan yer altında geçirdiği yıllara yaşadıklarını dile getirdi. İşte duygu dolu o yazı:
“Aranızda trene binen var mı?” diye soruyor. Bütün çocuklar el kaldırıyoruz. Hemen yanımızdaki çocuk parkındaki küçük trenimizden bahsedince şaşırıyor.
Tuttuğum güncede o günkü izlenimlerimden bahsederken “bir bahar günü” diye yazmışım. Dilaver baca ağzından dışarıya çıkarttığımız taş vagonlarını Dilaver İlkokulu’nun yanındaki boşluğa tumba ediyoruz. Tumbanın aşağısında her zamanki gibi kadınlar ve çocuklar var. Vagonlardan yuvarlanan odun ve kömür parçalarını yanlarında getirdikleri çuvala dolduruyorlar. Tumbadan yuvarlanan taşlardan korunmaları için bağırarak uyarıyoruz. Uyarı seslerimizin ardından okulun açık pencerelerinden dışarıya kaygıyla bakan öğretmenleri görüyorum.
GENÇ GÜZEL BİR ÖĞRETMEN
Üzülmez Özel İlkokulu’ndaki öğretmenlerimden Ümit öğretmenim de pencereden bize bakanların arasındaydı. Kendisini ziyaret edip ilk öğrencilerinden biri olduğumu söylediğimde hem şaşırmış, hem de duygulanmıştı. O günlerde yeni tayin olmuş, sınıftaki bütün çocukların sevgisini kısa sürede kazanmış genç ve güzel bir öğretmendi. Aradan uzun bir zaman geçtiğinden dolayı beni hatırlamaması normaldi. Ama ben onu sesinden dolayı her yerde tanırdım. Sınıfımıza ilk geldiği gün; “Çocuklar Zonguldak neyiyle meşhur?” dediğinde cevap verememiştik. Ama Adana’nın pamuğuyla, Ordu’nun fındığıyla, Rize’nin çayıyla, Aydın’ın kuru inciri ile meşhur olduğunu bilmiştik. Nereden bilsindi ki biz çocuklara göre her yerden kömür çıkar ve herkesin babası kömürde çalışırdı!
ÜZÜLMEZ ÖZEL İLKOKULU
İlköğrenimimi havuzunda süs balıklarının eksik edilmediği, bahçesinde her mevsimin çiçeklerinin bulunduğu, Erken Dönem Cumhuriyet yapılarından biri olan Üzülmez Özel İlkokulu’nda yaptım. Okulun hemen yanı başında Üzülmez Bölge Müdürlüğü tarafından özel bir çocuk parkı yapılmıştı. Parkta balerinli dönence, salıncaklar, kaydıraklar, tahterevalliler, dönme dolaplar bir de önünde Şram yazan küçük bir lokomotif vardı. Lokomotifin arkasına sıra sıra dizilmiş küçük faytonlara binmek için sıra bekleyen sabırsız çocuklar eksik olmazdı. Parkın yakındaki ahşap tribünlü sahada top oynayan büyüklerin sesleri, küçük trenin kalkmasını bekleyen çocukların seslerine karışırdı. Makinist, lokomotife kömür atıp trenin bacasından duman tüttürdüğünde minik trenden boyundan büyük bir ses çıkar, “fiyuuu, fiyuuu” diye ortalığı inletirdi.
ÇORÇ-STE-VEN-SON
Sınıftayız. Okulumuzun hademesi Veysel amca, kucağında zoraki taşıdığı tren lokomatifiyle birlikte sınıfa giriyor. Lokomotifin içindeki su kazanını elindeki ısıtıcı ile ısıtıyor. “Şimdi kömürle ısıtamayacağımız için başka bir ısı kaynağı kullanıyoruz çocuklar. Yapacağımız deneyle ısınan suyun nasıl buhar enerjisine dönüştüğünü gözlerimizle göreceğiz” diyor Ümit öğretmenimiz. Lokomotifin suyu ısınınca Veysel dayı büyük bir ciddiyetle lokomotifin düdüğünü öttürüyor. “Fiyuuu, Fiyuuu…”
Az sonra lokomotifimiz, mazotla yıkanmış tahta döşemelerin üzerinde pistonlarını ileri geri hareket ettirerek ağır ağır ilerliyor. “Buharlı lokomotifi ilk bulan George Stephenson adında bir mucittir,” diyor öğretmenimiz. Sonra, “Aranızda trene binen var mı?” diye soruyor. Bütün çocuklar el kaldırıyoruz. Hemen yanımızdaki çocuk parkındaki küçük trenimizden bahsedince şaşırıyor. “Tren yolculuğu yaptığınızda rayların sesini dinlerseniz, lokomotifi icat eden, ‘Demiryollarının Babası’ olarak tanınan mucidin adını duyarsınız. Raylar, yol boyunca ‘Çorç-ste-ven-son, corç–ste-ven-son‘ diye ses çıkartarak onun adını ünler” diyor.
TAK-TAK-TAKU-RUK
O günden sonra her trene binişimde trenin rayların ek yerlerinden çıkardığı sesleri dinlerim. Bazen öyle anlar olur ki rayların sadece lokomotifi bulan adamın adını söylediği değil, günün anlam ve önemine göre maniler de dizdiği olur. Üzgünsem, raylardan üzünç tınılar, sevinçliysem neşeli vurgular bulurum kendimce. Asma işçi treninde bu tür sesten çok “tak-tak-taku-ruk, tak-tak-taku-ruk” seslerinden bir anlam çıkaramadığım için karamsarlık duyardım hep. Bunun sebebi belki de Asma treninden indikten sonra eve gitmem için tırmanmam gereken onca merdivenler olabilir miydi?
Çocuk parkındaki trenimiz de ray başlarından geçerken daha net, nazik ve mutlu bir ses çıkartıyordu. “Tak-tuk, tak, tuk…” Ne zaman kara trene binip uzun yola çıktığımda, işte o zamanlar rayların türküsünü keşfedip onu dinleyerek yolculuk yaptım.