Zonguldak’ta yer altından çektiği madenci fotoğrafları ile tanınan maden işçisi Alaaddin Kara toz toprak içinde kurulan madenci soflarını ve yaşananları Ters dergi’de anlattı.
İŞTE KARA’NIN BELGESEL NİTELİĞİNDEKİ O YAZISI
Yer altında çalışan işçilerin verimli olmaları için sağlıklı beslenmeleri gerekir. Madencilerin kalori oranı Dünya Sağlık Örgütü’nce 4000-4500 kalori olarak belirlenmiştir. Madencilerin yeterli kaloriyi almaları iş verimliliğini artıracağı gibi kaza oranlarını da düşürür. Her vardiya işçisinin bu kaloriye ulaşması esastır ancak gece vardiyasında çalışan işçilerin fizyolojik fonksiyonlarında değişiklikler olabileceği için beslenmelerinden ödün vermemeleri gerekir. 

MADEN İŞÇİLERİNE KALORİ DESTEĞİ
Beslenme uzmanları ortamın sıcaklığı ve terleme sorunlarından dolayı madencilerin öğünlerinde etli yemek ve günde en az üç litre su tüketmeleri gerektiğini söyler. 1980 öncesinde TTK’da (Türkiye Taşkömürü Kurumu) pavyonlarda (İşçi yurtları) barınan işçilere dağıtılan reçel, helva, tereyağı gibi kuru kumanyalarla işçilerin kalori ihtiyacı kısmen karşılanmaya çalışılırdı. Pavyon yemekhanelerinde de kuru fasulye, etli pilav, üzüm hoşafı ve tatlı dağıtılırdı. Kurumun kendi bünyesinde çalışan işçilerin yoğun olduğu mahallelerde açmış olduğu günümüz kooperatiflerinin çalışma biçimini çağrıştıran “ekonomaların” varlığı işçi ailelerinin sağlıklı beslenmesi politikalarını amaç edinmişti.  

“OCAK ÇALIŞIR, BEN YATAR; OCAK YATAR, BEN ÇALIŞIR”
Kömür madenlerinde çalışan işçilerin yemek zamanı diye bir dinlenme aralığı yoktur. Durmaksızın çalışılan mesai saati içinde yemek zamanını yapılan işin şekli belirler. Kazı işçisi, ayak içinde kömür kazarken karnı acıktığı için değil, üzerine attığı kömürü çeken zincirli konveyörün arıza nedeniyle durduğunda karnını doyurmayı tercih eder. Arıza giderilinceye kadar kazmacının yapacağı çok fazla iş yoktur. İşte o arada kazı ustası yedekleriyle birlikte o zaman aralığını değerlendirerek yemeklerini yerler.
Kömür nakliyatında üretim yerlerindeki mekanik arızalara bakan ajostor veya elektrikçiler arıza giderilene değin yemek yemedikleri gibi arıza giderilmeden de ocaktan dışarı çıkmazlar. Bir elektrikçinin ocak içine yazdığı yazı bu olayı güzel anlatır. 
“Ocak çalışır, ben yatar; ocak yatar, ben çalışır”
(Burada yatmak kelimesi beklemek anlamında kullanılmıştır.) 

Altuğ Dökmeci Mansur Yavaş ile ne görüştü? Altuğ Dökmeci Mansur Yavaş ile ne görüştü?

KARANLIK İÇİNDE TOZ İÇİNDE
Taramacı, tabancı ve lağımcıların o günkü vardiyada yapacağı iş, vardiya öncesinden bellidir. Ekipler yapacakları işin yarıdan çoğunu bitirmeden yemeğe oturmazlar. Atılan lağım sonrasında lağım dumanının çekilme süreci içinde ya da yaptıkları bağın bitirilmesinden sonra sofralarını kurup hep birlikte yemeklerini yerler. Sofra görevini yere serdikleri temiz ahşap kamalar görür. Yedeklerden biri dışarıdan cami avlusundan doldurup getirdiği su bidonunu ortaya koyar. (Şimdi herkes kendi su şişesini getiriyor) Su borusundan akan suyla eller yıkandıktan sonra evlerden getirilen veya bakkallardan alınan yiyecekler ortaya dökülür ve yemeğe başlamak için ustanın “afiyet olsun” sözü beklenir. Sofra sakinleri kendi getirdikleri yiyeceklerden yemeye başlasa da yanındakilerin yiyeceklerinden de birer parça alıp yer. Yemek sofrasının yanından geçerken selam verip “afiyet olsun” demeden, sofradan bir lokma yiyecek almadan geçmek hoş karşılanmaz.

ARSIZ OCAK FARELERİ
Dışarıda yediğiniz halde kokusunu alamadığınız salatalığın kokusunu ocak içinde uzaklardan bile alabilirsiniz. Yeşil soğan, salatalık ve domates sofraların ayrılmaz menüsüdür. Kızarmış yumurtalı ekmek, suda haşlanmış yumurta, patates, sofraların vazgeçilmezidir. Hafta sonu izin dönüşlerinde sofralar biraz daha neşelenir. Ama azık torbaları farelerden korunursa… Ocak fareleri dar galerilerde insanlarla iç içe olduklarından arsız ve cüretkâr olurlar. Yemek kokusu aldıklarında lamba ışığının olmadığı anı bekleyip yiyeceğe saldırırlar. Ocak içinde çalışıp da yiyeceğini farelere kaptırmayan işçi yoktur.  

MADEN OCAĞININ TEMİZLİK GÖREVLİLERİ
Dilaver Bölümü’nde çalışırken ekmeğimizi çoğu kez farelere kaptırırdık. Benim yemeğimi de fareler yediğinde mesai arkadaşlarımın ekmeğine ortak olmuştum. Azık torbamızı demirbağın ortasına bir telle asmamıza rağmen yine de farelerin yemesine engel olamıyorduk. Ocak fareleri işçilerin atıkları gazete ve yemek artıklarıyla besleniyordu. Onlar aynı zamanda ocağın temizlik görevlisiydiler.

Ocağa işbaşı yaptığımın birinci gününde evde özenle hazırlanan azık torbamı Dilaver lambanesinde unutmuştum. Çalıştığım ekibin yemeğine ortak olursam onların da aç kalabileceklerini düşünerek yerde kurdukları sofra davetine ilkin kabul etmemiştim. Daha sonra davete saygısızlık yapmış olurum düşüncesiyle yiyeceklerine ortak oldum. Meğer her zaman sofraya birisinin konuk olabileceği gerekçesiyle yiyecekler ihtiyaçtan fazla getirilirmiş. Artan ekmekler de katırlara veya farelere verilirmiş. Bu detayı öğrenince benim azık torbamda da her zaman artı yiyeceğim oldu.  


“KARABÜK’TE NE EYRİ DEMİRLER DÜZELİYO!”
Madende her şey yalın ve çıplaktır. Doğanın  “Doğal Seçilim” yasalarına benzer şekilde madencileri bulundukları yerin doğasına uydurup dönüştürerek zoru alt etmeyi öğretir. Şartlar acımasız olunca, insani duygular da bu acımasızlıktan nasibini alarak törpülenir. Köylülerin ağzından düşürmediği; “Karabük’te ne eyri demirler düzeliyo!” deyiminin anlamı bu olsa gerekti. Oranın şartlarına uyum sağlayarak eğitimin kazandırdığı farklı yaşam standartlarından vazgeçip görünmez olunmalıydı. Ekmeğini yiyen fareyi eliyle tutup dışarıda yanan sobanın içine atan Ahmet ustamı görünce böyle düşünmüştüm. Bu iş bana göre değil, diyerek çok kez işi bırakmak istedim. Ama birileri bu işi başardıysa ben de yapabilirim, diyerek zamanla onlardan biri olmayı tercih ettim.

Editör: U. G.