Bu şehirde yıllardan beri aynı şeyleri konuşmaktan bıktık.
Sorunu çıkaranlarla sorun çözmek mümkün değil.
Sorundan korkanlarla sorun çözmek mümkün değil.
Tembel siyasetçi, bürokrat ve STK’larla sorunları çözmek mümkün değil.
Ortak akıldan yoksun çatışma ve egolarla hareket edenlerle sorunları çözmek mümkün değil.
Yapanı – yapılanı takdir etmekten korkan, baltalayanlar sorunları çözmek mümkün değil.
Kuralları herkese eşit uygulamayanlar ile sorunları çözmek mümkün değil.
Bu şehrin daha yaşanabilir bir şehir olması adına çaba gösterenleri sadece politik görüşleri nedeniyle dışlayanlar ile sorunları çözmek mümkün değil.
Akıl ve mantıktan öte öfke ve duyguları ile hareket edenler ile bu şehrin sorunlarını çözmek mümkün değil.
Samimi - dürüst siyasetçiler, bürokratlar ve STK temsilcileri cesur olmadıkça bu şehrin sorunlarını çözmek mümkün değil.
Bu şehrin her saniyesini ziyan ettik.
Konu konu detaylara girmeyelim.
Sonuç olarak;
Kentsel yaşamdan sosyal yaşama çok daha yaşanabilir bir şehir zor değildi!
Sürekli birbirine çemkiren, birbirini aşağılama çabasında olan, yok sayan, ötekileştiren, siyasi rekabet ile siyasi nezaketi ayırt edemeyen, seçilmişe- sonuca saygısı olmayan, üretmeden tüketen ve bunların yanında taraftar bulan akıllarla bu şehir düzelmez!
Toplumda birilerinin çıkıp artık yeter demesi gerekirdi!
Geç bile kalındı!
Siz – biz kime yakın olursak olalım yanlışlara karşı çıkamadığımız, kişi ve kurumlar da empati yapamadığı sürece değişen bir şey olmaz!
Yazık!
Üzülüyoruz şu güzelim kentin düşürüldüğü durumlara.

Bu nasıl Müslümanlık!
Zorunlu gündem deprem.
Arayışlar belli.
Yeniden bilime yöneliş.
Kuralları arayış.
Denetime saygı.
Şüphe.
Ve güvenli bir ortam özlemi.
Daha çok konuşulacak bu süreç.
Türkiye’nin değişim ve dönüşümü için yeni bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz.
Ancak politikacıların popülist söylemleri, geçmiş hataları, sistemlerin çıkardığı zorluklar, kolaylaştıran değil zorlaştıran yasalar güzel ülkemizin insanlarının enkaz altında kalmasına neden oluyor.
Ne diyor Celal Şengör hoca; “Senin cahilliğin benim hayatımı etkiliyor”
Her ne kadar çok geç kalsa da ne diyor Nihat Hatipoğlu hoca;
“Bilim adamlarının sözü, bizim için dini bir emir gibidir”
Mesele bu ülkede yasa, yönetmelik, fıkra çıkarmak değil ki!
O yasayı adamların siyasi nüfuzu, ekonomik gücü, cemaat veya hemşehricilik bağlarına göre esnettiğiniz her yerde o yasalar birer fıkraya dönüyor!
Ancak insanlarımızın, hangi kanatta olutsa olsun bağnaz politik körlükleri devam ettiği sürece benim pek umudum yok!
Güya Müslüman ülkeyiz.
Her türlü hırsızlık biz de var.
Kurallar değil belki ama o kuralları uygulayanların da hırsızları koruduğu, beslediği bir düzen var.
Ondan sonra şöyle Müslümanım, böyle ibadet ediyorum!
Bunlar bırakın kulları yüce Allah’a bile çalım atmaya kalkan kafalar!

Mumla aranan adam!
Hikaye sevgili büyüğümüz Aydın Balekoğlu’ndan geldi. Kendisine teşekkür ediyor ve anlayışına sığınarak paylaşıyoruz.
Bir kasabada her gün hava kararınca insanlar maymuncuk ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Tabii gün doğarken geri döndüklerinde de kendi evlerini soyulmuş bulurlarmış.
Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış. 
Adamın biri ise hırsızlığa çıkmaz, geceleri evinde oturur çalışırmış.
Böyle bir durumda tabii onun evi soyulmazmış. 
Gel zaman git zaman, ahali adama homurdanmaya başlamış:
“Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama kötü örnek olmaya hakkın yok” diye kızıyorlarmış.
Adam bakmış olmayacak, sonunda kasabayı terk etmiş, bir başka mekana taşınmış.
Kasabada ise hırsızlık var gücüyle devam etmiş. 
Becerikli olanlar hırsızlıkta ustalaşmış, zenginleşmişler.
Zenginleşenler kendileri için maaşlı hırsızlar çalıştırmaya başlamışlar.
Bir yandan da kendilerini ve mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar.
Kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler.
Ancak yoksulları soymak hâlâ serbestmiş.
Bunun da kanuni yolları bulunmuş, yoksullar soyulmaya alıştırılmış.
Sonunda hayat dengesiz bir dengeye gelmiş.
Herkes düzene razı olmuş. 
Ancak herkesi memnun edecek bir yönetici bulmakta zorlanıyorlarmış.
Düşünmüş taşınmış, oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler.
Bir heyet oluşturmuş, yaşadığı yeri uzun uzun aramışlar.
Gün yetmemiş.
Gece de mumları yakıp aramaya devam etmişler.
Nihayet evin yerini öğrenmişler.
Ne var ki, adam gelenlerin kim olduğunu, neden geldiklerini öğrenmiş, onlar kapıyı çalmadan önce evi terk etmiş.
Çıkarken de kapıya şu notu bırakmış:
“Bir yerde dürüst adam mumla aranır olmuşsa, her şey için çok geç demektir...”