Hep yazıyoruz.
Biz değil aslında.
Siz yazıyorsunuz.
Biz duygulara tercüman oluyoruz.
Seçilmişler rahatsız oluyor.
Atanmışlar duymuyor.
Söz ve yetki sahibi olanlar korkuyor.
Neyse işte!
Yusuf Yılmaz ağabeyimiz de bu duygulara tercüman olmuş.
Şöyle diyor;
"Uzaktan seni izliyorum,
kavgamın, sevdamın şehri,
doyduğum, büyüdüğüm kent.
Eyy bahtı karalım,
gönlü yaralım.
kömürle var olan,
kömürle yok olan kentim.
Ne hazin,
senin kıymetini bilemedik,
hep birlikte ihanet ettik.
Üretmek, zamanı yakalamak yerine
Mühim adam görünmek için,
Neler yaptık neler,
yalanlar, iftiralar,
taklalar, amuda kalkmalar.
Kişisel hesaplar,
çapsız, çulsuz işler,
çapsız, çulsuz bizler.
Hakkını helal et,
eyy karaların şehri,
vizyonunu bitirdik.
Insan kaynaklarını,
gelecek umudunu,
ve istikbalini heba ettik.
Küçük işlerle uğraştık,
gereksiz yere çekiştik,
çalıştık, dövüştük.
Sen, ben diye kapıştık.
niteliksizliğin,
beceriksizliğin zirvesine çıktık.
İş, aş yerine,
dedikodu ürettik.
Yan geldik yattık.
seni paylaşamadık,
ortak aklı kullanamadık
ve battık.
Tekrar hakkını helal et,
eyy cefakâr şehir,
sana layık olamadık.
Taş üstüne taş koyamadık.
Kuruma, kömüre, kente,
yöreye, bölgeye,
gelecek nesillere,
ihanet ettik.
Kömürü de kurumu da
kenti de bitirdik.
Küçük siyasi ikballerimize,
egolarımıza kurban ettik.
Hakkın ödenmez,
ama sen yine de hakkını helal et..."