Son zamanlarda sahte içkiden ölenlerin sayısındaki anormal artış ve bu üzücü tesadüflerdeki yoğunluk hassas düşünceli birçok birey gibi benim de dikkatimi çekti. Öyle ya, ben de Tanrı’nın, bazı yorumlara göre cennet iksiri olarak vadettiği bu sihirli sıvıyı daha ahirete göçmeden ara sıra bedenine alma hadsizliğini gösteren biçare kullardan biriyim. O yüzden, bu dünyadaki geçici konukluğumun sona ermesinin böylesi talihsiz bir sebebe bağlanmasını istemem elbette. O nedenle mevzuyu biraz araştırıp anlamak istedim.
Bu konuda herkesin bildiği iki şeyden birincisi alkolün zararlı olduğu ise, ikincisi de alkollü içkilerden alınan vergilerin aşırı yüksekliğidir. Öyle ki, tek başınıza bile kalsanız, bir duble rakınıza karşılık 2 duble de kendisi içen hayali bir ortağınız var masada. Adı maliye, baba adı devlet. Sözü sohbeti olmaz, öyle de nemrut.
Öyle olunca ne oluyor? Piyasanın değişmez kuralları devreye giriyor ve devletin elde etmeye çalıştığı aşırı kazanca ortaklar türüyor birdenbire. Hem bunlar devlet gibi belli bir hukuka bağlı da değiller; bildiğin harami işte. Yani anlık kazanç peşinde koşan sorumsuz vahşiler.
Sonucunda can kaybı olmasa, sakatlanmalar olmasa on paralık bir keyif için, yine de önemli değil birkaç kurnazın kazancı ama öyle değil işte. Çünkü 2020 yılının uğursuzluklarına eklenen bir diğer istatistiksel gerçek de sahte içkiden ölen yüz civarında vatandaşımızın olması.
Kim icat etti bu içkiyi?
Alkollü içkilerin geçmişi 8 bin yıl öncelere dayanıyor ve ilk şarabın muhtemelen M.Ö. 4000 yıllarında Anadolu’da yapıldığı arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmış durumda. Buradan da doğuya Mezopotamya’dan Çin’e kadar ve batıya Ege adalarından İspanya’ya kadar yayılmış.
Mitolojiye göre eski Yunan’da şarap tanrısı Trakya’lı Dionysos, Roma’da Baccus’dür. Bu tanrılar çiftçiliğin, bağcılığın ve üzümün koruyucusudur. İnsanın doğayla mücadelede ihtiyaç duyduğu güce ulaşmak isteğinin sonucudur elbette tüm bu hayali ve insansı tanrılar.
Bir başka efsane de şöyle; “Nuh peygamber, Ağrı dağı eteklerinde güzel keçisinin eskisinden daha neşeli olduğunu görür. Önce buna bir anlam veremez. Ancak keçinin her geçen gün neşesi artar; hoplar, zıplar, sağa sola tos vurur...
Bunun üzerine keçiyi takip eder ve keçinin yere düşmüş, çürümeye başlamış üzüm tanelerini yedikten sonra neşelendiğini anlar. Meyveyi deneyen Nuh peygamber çok beğenir ve sıkarak beklettiği üzüm suyundan içince onun da keyfi yerine gelir.
Bu durumu kıskanan şeytan, üzüm bağlarını alevli nefesiyle kurutur. Bunun üzerine Nuh peygamber şeytan ile pazarlığa girer. Şeytan bir tek şartla bağlara yeniden hayat verecektir; sürüden yedi hayvan kurban edecek ve bu hayvanların kanlarıyla bağlar sulanacaktır.
Aslan, kaplan,ayı, köpek, horoz, tilki ve saksağan kurban edilerek kanlarıyla bağlar sulanır. Bağlar canlanarak hayat bulur. Bu nedenle şaraba yedi hayvanın karakteri geçtiği kabul edilir.
Şarabı fazla içen insanlar aslan gibi cesur, kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi güçlü, köpek gibi kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olabilirler.” Efsane böyle.
Türklerde içki
Orta Asya’lı atalarımız içki konusunda törensel ritüellerle bezeli bir gelenek uygulamışlardır. Eski Türklerin “tanrılar içkisi” olarak nitelediği kımız, beşikten mezara herkes için sürekli içilen bir çeşit gıda olarak değer buluyordu. Kırgızlara göre “kımız içilen evin uçuğu olmaz”dır.
Kımız, kısrak sütünün mayalanması ile elde edilen düşük alkollü (%3 kadar), ekşimtrak lezzette son derece besleyici bir içkidir. Kımızın 5 bin yıllık geçmişi olduğuna dair kanıtlar vardır. İbn-i Sina da kitabında kımızın tedavi amaçlı kullanımını anlatmıştır.
Ne yazık ki, İbn-i Sina’dan sonra bizden herhangi bir bilim adamı kımızla ilgilenmezken Rus, Alman ve İngiliz tıp adamları bu mucizevi ürünün sağaltıcı yönünü keşfederek 1800 lü yıllarda ülkelerinde kımız sanatoryumları kurmuşlardır.
İçkiyi hepten yasaklamalı mı?
Elbette alkollü içkilerin aşırı kullanıma bağlı olarak bünyede yaptığı tahribatın düzeyi tıbben net bir şekilde ortaya konmuştur ve bunun savunulması düşünülemez. Ancak hepten yasaklanması da geçmişte birçok kez denenmiş ve her seferinde daha yıkıcı etkileri olan başka sorunlarla karşılaşılmıştır.
Toplumları alkolün yıpratıcı etkilerinden koruma düşüncesinin tarihi epey eski. Bundan 4 bin yıl önce Çinli Xia Hanedanlığı zamanında alkollü içkinin bir süre yasaklandığı tarihe geçmiş. Geçen yüzyılda ABD anayasasına girecek kadar ciddiye alınmış ve 20 yıl civarında kalmış anayasada. Sonunda yasağın sadece dünyanın en güçlü mafya düzeninin kurulmasına neden olması da ayrı bir çelişki. Haliyle zorunlu olarak vazgeçilmiş bu yasaktan.
O dönemde birçok Avrupa ülkesindeki içki yasaklarıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yasalarından biri olarak 1920 tarihli Men-i Müskirat (içki yasağı) yasası çıkarılmıştır.
Bedri Rahmi Gürpınar’ın o günleri anlatımıyla: “...Hükümet bu yasağı koymakla içmeyi engellemek şöyle dursun, herkesi içmek için kışkırttı. Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı. Meyhanelerin küp tortularına kadar bayatlamışları kullanıldı. Hiç içmeyenler bile iştaha geldi.”
Bu yasa da 1924 yılında kaldırıldı.
Günümüzde dünyada sadece islamî kurallarla yönetilen ülkelerde uygulanan bir yasak durumunda içki kullanımı. Doğrusu, oralarda da yasaktan beklenen toplum sağlığı ve ahlaki seviyenin yüksekliği tartışılır.
Bizde de içki fiyatlarındaki artışlarla yapılmak istenenin halk sağlığını korumaktan çok belli bir zihniyetin yerleştirilmesi olduğu kanaatindeyim şahsen.
Çözüm nedir?
Benim bu yazıyla ortaya koymak istediğim şey; alkol ve alkollü içkilerin insan doğasının şu veya bu şekilde, az ya da çok ulaşmak istediği bir nesne olduğu ve insanları bunun zararlı yönlerinden korumanın yolunun yasaklama veya vahşi vergilere abanma kolaycılığı ve sorumsuzluğu olmadığını düşündürebilmek sadece.
Mantıklı düşüncem; net olarak, alkolizmin insanlık için mücadele edilmesi gereken bir sorun olduğu yönünde. Ancak mücadelenin biçimi konusunda dünyanın geçmiş deneyimleri ve bilim insanlarının çözüm önerileri dikkate alınarak bir karara varmak sanıyorum en doğrusudur. Ama asla yasaklayarak ya da insafsız vergi politikalarıyla olmadığından eminim.
O nedenle çaresini bilmediğim için, insanların alkol veya başka hiçbir maddeye bağımlı olmadığı bir dünya diliyorum, daha ötesi elimden gelmiyor.
Bekri Mustafa ile Sultan IV.Murad
İçki yasaklarını en katı uygulayan Osmanlı padişahı IV.Murad Han’la ilgili bir fıkra ile yazıyı bitireyim:
“Bekri Mustafa, Üsküdar İskelesi’nde kayıkçıdır. Bir gün Sultan Murad ile Sadrazam Bayram Paşa tebdili kıyafet gelirler ve özellikle koca ayyaşın kayığına binerler.
Sahilden epeyce açılınca Bekri rakı testisini dikip biraz içer. Sultan Murad:
- Baba, testiyi uzat, bir yudum da ben içeyim! der.
Bekri Mustafa güler:
- Sen içemezsin oğul, içindeki su değil, rakı! der. Dayanamazsın, belli mi olur, hem kendinizi hem beni yakarsınız. Israr üzerine testiyi uzatır. Testi elden ele dolaşır. Bir ara Sultan Murad:
- Baba, sen Padişah yasağından korkmaz mısın? diye sorar. Bekri:
- Korkarım ama beni burada nerden görecek? der. Padişah:
- Ya ben ihbar edersem? deyince:
- Veremezsin, sen de içtin, kellelerimiz beraber düşer! cevabını verir. Bunun üzerine artık çakırkeyif olan hükümdar:
- Ya ben Padişah, bu da Sadrazam ise! deyince, Bekri Mustafa kürekleri bırakıp kahkahayı atar:
- Seni köftehor! Ben demedim mi dayanamazsın diye! İki yudum rakı içtiniz, biriniz padişah, biriniz vezir olmaya kalktınız!”
Zonguldak yararına, ülke yararına farklı konularda ve fikirlerde buluşmak umuduyla sağlıklı yıllar dilerim.