Öğrencilerin olumsuz bir tutum ya da davranışı nedeniyle okula davet edilen velilerin genel tavrı; kendilerini öğretmenin-idarenin karşısında bir yere konumlandırmak.
Karşı karşıya konumlanan insanların; eğitim düzeyleri, sosyal statüleri, ekonomik durumları hangi düzeyde olursa olsun birkaç istisna dışında, hakikati aramak yerine kendi inandığı doğruları karşı tarafa kabul ettirme çabası içerisine giriyor.
Bu gibi durumlarda velilerin çoğunluğundan duyduğumuz birkaç cümle;
“Benim çocuğum yapmaz ki, benim çocuğum asla yalan söylemez, benim çocuğum çok özel, ama benim ilk çocuğum, uzun yıllar sonra oldu ben çocuğuma kıyamam, kimse benim çocuğuma el süremez, bu okulda akran zorbalığı var, öğretmen benim çocuğumu istemiyor” gibi cümleler oluyor.
Nedense olayı hep başkalarının çocuğu yapıyor.
Yalanı da hep başkalarının çocuğu söylüyor.
Bir tek siz çocuğunuzu sevip önemsiyorsunuz, diğerleri sokakta buldukları çocuğa ebeveynlik yapıyor.
Siz çocuğunuza kıyamıyorsunuz da diğer anne babalar çocuklarına evde “eziyet edip işkence mi” yapıyor?
Kimse sizin çocuğunuza el süremez de başka çocuklara el sürebilir mi?
Öğretmenlik mesleğinin hakkını veren hiçbir öğretmen çocuklar arasında ayrım yapmaz, yapamaz. Yapıyorsa da zaten bunun kanuni yaptırımı var.
Sahi bu başkası kim?
Diğer insanların gözüyle bakınca “başkası” biz olmuyor muyuz?
Oysa her çocuk çok özel ve biriciktir. Bir anne baba için sayıdan bağımsızdır çocuk sevgisi.
Kendi çocuğumuz için istediğimizi başka çocuklar için istemediğimiz sürece kendi çocuğumuza da sağlıklı bir gelecek inşa edemeyeceğimizi bilmemiz gerekir.
Toplum halinde yaşamanın bazı güzellikleri olduğu gibi sorumlulukları da var.
Ne yazık ki bizim karşı olduğumuz şeyler, kötü eylemler yerine genellikle kişiler oluyor.
Kötü bir davranış yalnızca bize ya da sevdiğimiz birine yapıldığı sürece karşı duruyor, aksi takdirde sadece seyrediyor, bazen de eğleniyoruz.
Kötülüğü yapan biz ya da bizden biriyse; ya o kötülüğü görmezden geliyor ya sahipleniyor ya da bizzat destekliyoruz.
Okullarda başarıyı sahiplenen çok oluyor da başarısızlık; sisteme, öğretmene ya da okul yönetimine kalıveriyor.
Okul yöneticileri, öğretmenler ve veliler bir olay ya da bir konu için bir araya geldiklerinde çoğu kez ortak paydanın “öğrenci ya da öğrenciler” olduğunu unutuveriyor. Karşıtlık üzerinden bir diyalog geliştiği için de birbirlerini anlamak için değil “ikna etmek, cevap vermek” için cümleler kuruluyor.
Taraflar yan yana olmak yerine karşı karşıya gelmeyi tercih ettiklerinde ise sonuçlar kimsenin yararına olmuyor.
Bölünmüş bir dünyada, karşıtlık üzerine ilişkilerin tercih edildiği bir toplumda hiç olmasza masum çocuklarımız ortak paydamız oluversin.
Bu çok mu zor?