Demirel’in ünlü bir sözü, bir dönem ülkeye yatırım getirebilmek için göze alınacak fedakarlığı ifade etmesi bakımından çok simgeseldir. Ford-Koç ortaklığının 1997 yılında kuracağı otomobil fabrikası için istediği Gölcük’teki SEKA arazisi konusunda çıkan tartışmaları bitirmek için dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “gerekirse Çankaya’nın bahçesini bile veririm” demişti.
Türkiye’nin üretime ve yatırıma aç olduğu 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda “ülke için bir çivi çakanın kölesi olma” anlayışı hakimdi. Doğal olarak hepimiz yatırımcıları sorgusuz sualsiz desteklerdik.
Aslında o yıllarda bile doğru olmayan bu mantalite günümüzde çoktan uygar dünya halklarının gündeminden çıkmış durumda. Artık endüstriyel yatırımların toplum tarafından kabul görmesi için öncelikle insana ve doğaya vereceği zararların kabul edilebilir düzeyi aşmayacağının garanti edilmesi ilk şart olarak isteniyor. Yani aklı başında hiç kimse, “şu kadar kişi ekmek yiyecek” illüzyonuyla doğaya, çevreye, hele hele kentin sosyal ve kültürel varlığına zarar verme ihtimali bulunan “yatırımlara” razı değil artık.
Aksine, başta kirletici sanayiler olmak üzere kademe kademe bütün endüstriyel proseslerden uzaklaşma eğiliminde insanlık, hatta bunun içine kitlesel üretimi yapılan tarımsal ve hayvansal ürünler bile girecek bir süre sonra. Elbette insanlar aç kalmayacak, kitlesel üretimin yerini bölgesel bazda ama daha küçük ölçekli çok sayıda yerel üretici alacak. Tabiki küresel ahtapotları palazlandıran kapitalist düzeni ne kadar dizginleyebilirsek o kadar başarılı olacağız bu konuda. İnanıyorum ki çok daha sağlıklı olacak böyle bir sistem.
Bundan daha acı bir örnek de Toyota fabrikasının kurulduğu yerle ilgilidir. Dünyanın en verimli tarım arazilerinin bulunduğu Adapazarı’nda 1992’de yine Demirel’in başbakan olarak attığı temelle bir katliamlar dizisi başlatıldı. Katliamlar dizisi diyorum, çünkü bu yatırımın tetiklemesiyle Adapazarı’nın mümbit toprakları OSB’lerle doldu ve tamamen betonlanarak yok edildi. Halbuki bu tesislerin kurulabileceği çok daha uygun tarım dışı çorak araziler Eskişehir ve Bilecik civarında vardı. Yani yatırımcıya örnek olması gereken Sabancı, fabrikayı 80-100 km uzağa kursa o eşsiz topraklar kurtulabilirdi. Ne yazık ki sermayedarın çıkarları ülke çıkarlarının önünde tutuldu.
Demirel bu cinayeti, “tarlada soğan, patates yerine otomobil üretip satacağız” diyerek meşrulaştırmaya çalışmıştı. Bu mantığın ekonomik açıdan irdelenmesi başka bir yazı konusu.
Yalnız şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim, bizim Çaycuma organize sanayi bölgesinin tamamı kadar bir alanı işgal eden Toyota fabrikasında çalışan sayısı bin kişi bile değil. Üretiminin ülkeye net katkısı, işçilik hariç, o alandan çıkacak patatesin beşte biri bile etmiyor. Yok ettiği toprağı ise Allah’tan başka hiç bir güç yerine getiremez.
Benzer bir hata, bu örneklere göre mikro düzeyde de olsa, bugünlerde kentimizde yapılmak üzere. MAKZON küçük sanayi sitesinden bahsediyorum. Üzülmez Kültür Vadisinin bitişiğinde kurulmak istenen bir sanayi sitesi söz konusu olan proje.
Bilmeyenler için yazayım, Üzülmez Kültür Vadisi, kentimizin maden ve sanayi geçmişini gelecek kuşaklara aktaran önemli bir kültür ve turizm kampüsü projesidir. Şu anda Özel İdare tarafından düzenlenmesi yaptırılmaktadır.
Bakın, bir kere karar vermemiz lazım, yani bu kent hak ettiği gibi her yönüyle karadenizin en güzel, en yaşanılır ve medeni bir kenti olsun mu olmasın mı? Olsun deniyorsa bunun tek yolu var, o da küçük rant hesaplarından uzak bir şekilde her anlamda çağdaş bir kent yaratmanın gereklerini yerine getirmektir. Yani Zonguldak ekonomisinin ve kültürel hayatının geleceğini oluşturacak olan dinamiklerin doğru seçilmesi ve kaynakların ona göre yönlendirilmesi gerekiyor.
Rasyonel bakış, bu şehrin geleceğinin turizm, üniversite, bilim ve teknolojinin her dalında yatırımlara bağlı olacağını çok net bir şekilde göstermektedir. Üzülmez, Asma, Gökgöl ve civarı Zonguldak’ın turizm potansiyeli anlamında en bakir ve zengin bölgeleri arasındadır. Hem endüstriyel miras hem de doğa turizmi anlamında değerlendirilecek zengin bir serveti içinde barındırmaktadır bu bölge.
Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki buradaki turizm potansiyeli, yapılmak istenen sanayi sitesinin kente sağlayacağı ekonomik getiriden kat kat fazladır.
Bu bağlamda, şehrimizin turizm zenginliklerinin içinde bulunduğu bu en değerli alanların bir sanayi sitesi mantığı uğruna badallanmasına benim gönlüm razı değildir. Elbette, ben de Zonguldak’ta kendi alanında birçok ilki üreten ve öğreten bir sanayici olarak maden makinaları üretimi konusundaki bu girişimin çok değerli olduğunu düşünüyorum, ancak söz konusu sanayi sitesinin kurulabileceği çok daha uygun yerler var yakın çevremizde. Buraları araştıralım ve ortaya çıkaralım. Böylece hem kentimizin uzun vadeli geleceğine zarar verecek bir yıkıma yol açmamış, hem de yeni bir ekonomik üretim alanını şehrimize kazandırmış oluruz.
O nedenle ben, rahmetli Demirel’e benzer şekilde, “gerekirse Gazipaşa caddesinde yapın makzon sanayi sitesini” diyemiyorum.
Zonguldak için, ülkemiz için daha yararlı konuları ve fikirleri tartışıp değerlendirmek umuduyla hoşça kalın, sağlıkla kalın.