Kurumlarla, kişilerle alakam yok benim. Yola çıkarken en başta dedim ya oturmuşum pencere kenarına, bakıp gördüğümü söylüyorum. Kimse üstüne alınmasın, gücenmesin. Ama üstüne alınan da varsa şöyle bi baksın kendine belki haklıdır adam söylediğinde diye…
Yeniden Merhaba…
Necip Fazıl der ki, “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.”
Kışın soğuğuna, yazın sıcağına, kuraklığa, susuzluğa rağmen ağacı ayakta tutan hayata karşı duyduğu sevdadır. İçinde yaşattığı “umuttur”. Ağaç bilir; kara kış geçecek, kuraklık son bulacak ve yine dallarına su yürüyecek köklerinden. Yine çiçeklenecek, yine meyvaya duracak ağaç!
O yüzden yaprak döktüğünde, kurumaya yüz tuttuğunda köklerine sarılır, sabırla bekler. Tüm gücü ile direnir ağaç. Bakın Ahmet Ümit ne diyor: “Umudunu kesme; bir ağaç kurumamışsa, bu mevsim değilse öteki mevsim çiçek açar. Bu mevsim değilse, öteki mevsim meyve verir. Yeter ki ağaç kurumasın.”
Zonguldak köklerine sağlam tutundukça bu kara kış da geçecektir. Daha öncekileri nasıl atlattıysa bu kent, bugünleri de atlatacak, yine meyvaya duracaktır. Yine yeşillenecek, çiçeklenecektir. Kurumayacaktır asla! Yeter ki biz umudumuzu kaybetmeyelim…
Bir ağaç kolay yetişmiyor haliyle, rüzgar ne denli güçlü eserse, ağaç o denli güçlü oluyor. Güçünü, kudretini köklerinden alıyor ne kadar güçlü tutunursa toprağına o denli büyüyor. Gölgesi geniş, yaprağı meyvası bol oluyor.
Gelelim Zonguldak’a. O dev bir çınarsa, bizler O’nun meyvaları, çiçekleriyiz! Yine tomurcuklanacağız. Yeter ki köklerimize sağlam tutunup esen rüzgara karşı sağlam duralım. Daha geçen hafta Fevkani Köprüsü yıkıldı yıkılacak derken şimdi de Kız Meslek Lisesi’ni yıkacaklarmış diyoruz. Eee, otopark lazım!!! Hastane projesini yaparken birileri unutuvermiş arabaları nereye koyacağını ya da zaten bunu çok önceden planlamış. Ama şimdi kimsenin günahını almak istemem tabii. Oldu olacak bir de altına üstüne bir alıveriş merkezi koyarız. Okul da neymiş, zaten çok var. Kız çocukları okuyup ne olacak, zaten evlenmeyecekler mi?
Şimdi eminim birileri “Dışardan bakıp bunları söylemek kolay” diyordur içinden, ben olsam ‘bana çok kızarım’ yalan değil. “Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş, bu kentin tozunu dumanını soluyan biziz” diyorsanız küçük bir hatırlatmam var size… Ya da içine düştüğümüz karamsarlıkta “Her gün artan ekonomik sorunlar ile boğuşan biziz; bu kent artık ne uzar, ne kısalır” diye düşünenlerdenseniz sözüm size…
Bir tarihte falanca firma Afrika’ya iki ayakkabı satıcısı göndermiş. Satıcılardan biri iki gün sonra telefona sarılmış, “Beni buraya niye gönderdiniz? Burada kimse ayakkabı giymiyor. Ne yapayım ben burada?” demiş. “Geri dönüyorum” diye de eklemiş… Hemen arkasından diğeri aramış, “Patron, burada inanılmaz bir pazar var… Hiç kimsenin ayakkabısı yok, çabuk bana ayakkabı yollayın!” demiş. Olaylar karşısındaki tavrımız bizi biz yapar. Karakterimizi, kaderimizi belirler…
Dünya’nın genel havası, kasvet ve çaresizliği destekliyor. Sadece Türkiye’de, Zonguldak’ta değil; Dünya’nın diğer ucunda da insanlar benzer endişeleri taşıyor. Yarınlar gün geçtikçe daha da belirsizleşiyor, insanın insana yaptığı zulüm artarken, ekonomik ve siyasi açmazlar gittikçe büyüyor. Ancak bu duygulara teslim olmak insanı basiretsizliğe sürükleyebilir ki bu da sadece kötü şartların devamını sağlar. Çaresizlik ise, yaşadığımız her günü çekilmez kılar. Oysa çaresiz değiliz… Koca bir ağaç misali yine baharın geleceğine inanmalı, umudumuzu ayakta tutmalıyız!
“Umut nedir ki?” derseniz; istemektir, istekleri gerçekleştirmek için yeni yollar bulmak ve vazgeçmemektir. Bu nedenle yaşamda karşılaşılan güçlüklerle baş etmede, olumsuz koşulları iyileştirmede ve hayalleri gerçek kılmada umutlu olmak çok önemlidir. Bir şeyi kırk kere söylersen olur demişler ya söylemekle olmuyor, denedim. Geçen sene Kız Meslek Lisesi’nin yıkımı ilk defa gündeme geldiğinde oturdum, yazdım, çizdim, kırk kere haykırdım ‘olmaz’ diye… Bir kentin belleğini böylesine al aşağı etmeyin diye. Tarihe otopark için okul yıkan kent olarak girmeyelim diye. Sözüm ona Cumhuriyet’in en aydın kentiydik bir zamanlar, biz ne ara böyle olduk diye…
Ne oldu, değişen bir şey yok. Demek ki oturup kendi kendine söylenmekle de olmuyor. Umut etmek; oturup beklemek, boşa hayal kurmak demek değil tabii ki. Hayalini kurduğun şey için çalışmakta gerekiyor. Alternatifler bulmak, çözüm yolları üretmek gerekiyor.
Bu ülkede üç şey bir araya gelmedi diyor A.Şerif İzgören
“Politika, dürüstlük ve akıl.”
Adam hem politikacı hem akıllıysa, dürüst kalmadı.
Politikacı ve dürüstse, akıllı kabul edilmedi.
Akıllı ve dürüstse de politikaya girmedi !
Bu satırları okuyunca katılmamak mümkün değil, gelmiş geçmiş iktidarları düşünüyor insan ve üzülüyor hatırladıklarına, yaşadıklarına..
Şansımız, bizim hem akıllı, hem dürüst yöneticilerimiz var Zonguldak’ta. Yıllar sonra Google’da isimleri “otopark yapmak için okul yıkan yöneticiler” diye çıksın istemeyeceklerdir. Yoksa kimse otopark yapanı, alışveriş merkezi dikeni hatırlamaz. Ama okul yıkanı da unutmaz! Şöyle bir düşünüyorum da ilk balyozu kim vuracak acaba?
Şimdi dönüp geçmişe bakmanın, o ne dedi, bu ne yaptı demenin anlamı yok! Belli ki birileri zaten kafasına koymuş, emir verilmiş, tez elden bu okul yıkıla buyurmuş… Gücü yeten yetene, ama son zil çalmadan 1964’den bugüne verdiği mezunlar şöyle bir son tenefüs diye toplansa okulun bahçesinde… Hoş yıkıldıktan sonra oraya dikilecek alışveriş merkezinde isterlerse bir araya gelebilirler tabi, bir pastanede oturup çay içebilirler tabii ki!
Düşünsenize, torunun elinden tutup gelen anneanneler, analar, kız çocukları, yüzlerce binlerce kadın… Hepsi aydın, güçlü, zeki, bu okuldan yetişmiş, birilerinin umudu olmuş binlerce çiçek! Şöyle yüzlercesi çıkıp evlerinden yeniden o bahçeyi doldursa belki birileri görür o zaman yıkmak istedikleri şey sadece taş duvar değil!
Meyve veren ağaçı kurutmayın, bizim otoparka mı ihtiyacımız var, yoksa o diktiğiniz hastanede hizmet verecek doktora, hemşireye mi? Bu doktorlar, hemşireler yıkmayı planladığınız eğitim yuvalarında yetişiyor. Bugün Kız Meslek Lisesi’ni yıkıyorsunuz, peki yarın sıra nereye gelecek?
Derdi tomurcuk vermek olmayan ağaç, odundur unutmayın!
Oysa ortak akılla belki bir çözüm bulabiliriz, burada kaç kişiyiz düşünsenize… Masaya döksek fikirlerimizi, sonuçta sorun belli! Belki bir okulu yıkmaktan daha akılcı bir çözüm önerisi çıkar ortaya. Hem okulumuz meyve vermeye devam eder hem de otoparkımız olur yakında bir yerde…
Hadi bakalım hep birlikte düşünelim. Mesela ilk akla gelen yeni hastane faaliyete geçtikten sonra yıkımı planlanan mevcut hastane binasının ne olacağı.. Oraya da ek hizmet binası yapılacaksa onun planlaması sırasında yeterli otopark alanı düşünülemez mi mesela…
İyi haberlerle birlikte olmak dileğiyle
Kendinize de, kentinize de iyi bakın…