Şaman’a sormuşlar vakti zamanında, zehir nedir? Yanıtlamış, ihtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir! Bu güç olabilir veya tembellik, yiyecek, ego, hırs, ihtiras, kendini beğenmişlik, kıskançlık, korku, öfke, nefret, hatta iyi niyet…
Eskiler doğru söylemiş, azı karar, çoğu zarar diye! İyi niyetin fazlası nasıl zarar olur derseniz… Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 99.yılı sebebiyle gerçekleştirilecek etkinlikler kapsamında Sayın Valimiz tarafından iptal edilen Edip Akbayram konseri aklıma düşürdü bu hikayeyi… Acılarımız ortak; bizi biz yapan en temel özelliğimiz bu zaten. Ve o acıyı en iyi bizler anlarız, Amasra’da yanan ateş aynı anda bizleri de yaktı. Sanmıyorum ki içinizde bu satırları okurken bana hak vermeyecek biri çıksın. Birinin bağrı yanmamış, burnu sızlamamış, gözünden iki damla yaş süzülmemiş, hatta sessizce isyan etmemiş, madenciye biçilen bu kadere öfkelenmemiş olsun. Ancak devir öyle bir devir ki, hepimiz her şeyin altında başka bir sebep arar olduk. “Anlamak masraflı iştir” der Sezai Karakoç; “emek ister, gayret ister, samimiyet ister. Oysa yanlış anlamak kolaydır; biraz kötü niyet, biraz cehalet yeter!” Birbirimizi yanlış anlamaya çok müsaitiz. Hatta yanlış anlamak için dinliyor, yanlış anlamak için okuyoruz. Ezberlerimiz kuvvetli, bizi millet yapan vasıflarımız yerini taraftar ruhuna bıraktı. Omuz vermek yerine, açık bulmaya çalışır olduk. Ne acı…
Hal böyle olunca kimsenin işini yapmaya, kimsenin bir başkasından takdir görmeye, kimsenin iyi niyet göstermeye imkanı da yok. Çünkü karşıda açık bulmak isteyen bir grup var. Ve sen, ben, o, biz; kimi zaman oradayız kimi zaman burada…Yani burada, hepimiz suçluyuz. Sanılmaya diğerinde suç, kişi önce kendine bakacak. Dün ettiklerin bugün senin karşına gelirse, yaygara basmayacak.
Konuyu dağıtmayalım. Demiyorum ki konser ertelenmemeliydi, ya da ertelendi iyi oldu.O polemiklerde değilim. Benim dikkat çekmek istediğim kimi zaman ne yaptığınızdan öte nasıl yaptığınız sonucu belirliyor. Usta olan süreci en iyi yönetendir! Şimdi, keşke Sayın Valim bu hassasiyetini önce Edip Akbayram’la paylaşsaydı. Belki de birlikte bir çözüm bulurlar, açıklamayı birlikte yaparlar ve sonrasında doğacak tartışmaları da engellemiş olurlardı. Böylece son aylarda ülkenin pek çok yerinde çeşitli gerekçeler ile iptal edilen onlarca konser sonrası doğan başka başka hassasiyetlere bizim acımız karışmamış olurdu. Daha net, bir kez daha söyleyeyim; acımız siyasi tartışmaların göbeğinde olmaz, alet edilmemiş olurdu karşılıklı hırslara… Sayın Valimin nezaketi yanlış anlaşılmamış olurdu. Bir sanatçı incinmemiş, siyasi tartışmaların tarafı olmak zorunda kalmamış olurdu. Gelelim olayın bir başka boyutuna.
Bu, Edip Akbayram’ın Zonguldak’ta iptal olan ilk konseri de değil! Tarih unutmaz, arşiv affetmez denir ya…
15 Aralık 1990…
48 bin madencinin şanlı grevinde 16. gün.
Türkiye’nin dört bir yanından sendikalar, yazarlar, düşünürler, aydınlar, sanatçılar gerek mesajlarıyla gerekse bizzat Zonguldak’ı ziyaret ederek eyleme destek veriyor. O yıllarda genç bir haberciyim, elimde mikrofon kalabalıklar arasında gururla heyecanla karışık duygular içinde, gözümden akan yaşları gizleyerek grevi takip etmeye çalışıyorum. Evimiz Sendika Sokak’ta; o günlerde Zonguldak’ın kalbinin attığı, pencereden Şemsi Denizer’in gözüktüğü anda adeta onbinlerce maden işçisinin, Zonguldaklı’nın tek yürek olduğu sokakta… Kalabalıklar arasında biri gözüme çarpıyor; Edip Akbayram… Korteje katılmış, sağından solundan koluna giren madenciler eşliğinde yürüyor. Bakın Edip Akbayram’ın çocukluğuyla ilgili bir röportajında anlattıklarıyla devam edelim; “Gaziantep’te tıpkı soyadım gibi ama pek de ak olmayan bir bayram günü dünyaya gelmişim. Henüz bebekken yakalandığım çocuk felci sonrası hayat benim için tamamen değişti. Çocukken akranlarım top peşinde koşarken ben kenarda acılar içinde izlerdim onları. Belki de sesimin yanıklığı o yıllardan. Bağrım yanmıştı çünkü… Özürlü biri olarak çocukluğumda hep doktor olmayı hayal ettim. Yürüdüğümü hayal ettim. Zar zor ilk ve ortaokulu Gaziantep’te tamamladım. Yürüyemiyordum, kucakta okula gider gelirdim.” Çocukluğunda kenarda oturan, yürüyemediği için oyunun dışında kalan Edip Akbayram o gün madencilerle birlikte hak için, emek için gururla yürüyordu. Ancak ilerleyen saatlerde konseri iptal edilmek zorunda kaldı, çünkü on binlerce madencinin doldurduğu Zonguldak sokaklarında caddelerinde doğabilecek izdiham endişesiyle konser organizasyonu riskli görülmüştü. Ama o kalbiyle ruhuyla zaten madencinin hep yanındaydı. Acısını, derdini en iyi anlayandı.
Yani demem o ki Cumhuriyet’in 99. yılında acıları hala taze, gözyaşı içindeki bir kente davet edilecek ve o kentin ruh halini anlayacak en doğru isimdi Edip Akbayram. Bizim bayram günümüzde de acımızda da yanımızda olmuştu. Biz onu o bizi bilirdik. Umarım en kısa zamanda iptal edilen konser yerine gerçekleştirilecek bir organizasyonla Edip Akbayram Zonguldak’a davet edilir. Sayın Valimizin yanında Edip Akbayram sahneye çıkar ve bizler Zonguldak olarak ona, yıllar önce bize verdiği destek için teşekkür etme şansı buluruz. Onu “ayakta” alkışlarız.
Sayın Valim, eminim sizler de bu toprakların türkülerini bilirsiniz, söylersiniz… Hep birlikte türküler söylediğimiz günlere…
Ne demiştik başta, yalnız iyi insanların türküleri olur ve türküler susmaz! Susturulamaz! Belki bu yazıyı okuduktan sonra bir Edip Akbayram türküsü açarız, herkesin illa vardır bildiği sevdiği bir Edip Akbayram türküsü, şarkısı..
Sizin ki hangisi?
Çocuklar inanın inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Güzel günler göreceğiz güneşli günler…
Başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha aldırma gönül aldırma…
Sevgiyle…