Bülent Ersoy… Ahmet Selçuk İlkan….
Biri Türk Müziğinin divası, diğeri de şair ve güftekar.
Bülent Ersoy’u anlatmaya gerek yok.
Anlatmaya kalksak ne yerimiz yeter, ne de kelimeler.
Ahmet Selçuk İlkan bizim kuşağın önemli şair ve güftekârlarındandır.
Herkes onu "Milyon Kere Ayten" şiirini okurken tanısa da o aslında tam bir güfte fabrikatörüdür.
Şarkıların raf ömrünün birkaç aya düştüğü günümüzde “Hani Bizim Sevdamız”, “Liselim” ve “Anılar” gibi onun yazdığı şarkılar yıllar yılı hep dillerde.
Zeki Müren, Ferdi Tayfur, Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses, Mahzun Kırmızıgül, Coşkun Sabah, Cengiz Kurtoğlu ve daha nice sanatçılar onun eserleriyle milyonların gönlünde taht kurdular.
Öte yandan onun eserlerinden “Hani Bizim Sevdamız” şarkısının hikâyesi de hayli ilginç!
Sanat Güneşi Zeki Müren’e yazdığı “Kahır Mektubu” şarkısısın hit olduğu günlerde gecenin saat 3’ünde ve Bülent Ersoy alır telefonu eline Ahmet Selçuk İlkan’ı arar.
“Zeki Müren’e var da bize yok mu, hani bizim şarkımız?” diye çıkışır.
Gecenin o saatinde uyku mahmurluğu içinde Diva’dan gelen telefonla şaşıran İlkan “”Tamam, size de yazarım” dese de “Tamamı mamamı yok, sabah 7’de uçağa binip Berlin’e gideceğim. Ben uçağa binmeden bu şarkı yetişecek.” deyip kapatır telefonu.
Meslek aşkı ve sanatçılara olan saygı ve sevgisi daima zirvede olan büyük usta Ahmet Selçuk İlkan, yatağından kalkar ve alır kalemi eline.
Sevdayı sorgulayan “Hani Bizim Sevdamız” adlı meşhur şarkısını yazar.
Bülent Ersoy Berlin’deki konserinde henüz mürekkebi kurumamış bu şarkıyı seslendirir.
İşte bizim sevdamız: Bağ, bahçe, toprak.
Türk Müziğinin divası “Hani Bizim Sevdamız” diyerek milyon kere sevdasını sorgulaya dursun biz sevdamıza kavuştuk bile!
Günümüz insanının kâbusuna dönüşen beton yığınlarının arasından sıyrılarak toprağa, bağa, bahçeye dönüşün adıydı bizim sevdamız.
Boş zamanlarımızda toprakla doğayla iç içe olabileceğim, az miktarda da olsa organik tarım yaparak, çocukluğumuzdaki gibi meyve ve sebzeleri dalından kopararak yemek içimizde bir ukdeydi.
Şehrin çeperlerinden hayli uzakta bir çayın kenarında butik bir yeri satın aldık. Aldığımız toprağın daha önce hiç ekilmemiş olması organik tarım için biçilmiş kaftandı.
Her şey istediğimiz gibi gelişti.
Köyden temin ettiğimiz doğal hayvan gübresiyle beslediğimiz bahçemizde iki yıl önce diktiğimiz meyve fidanları hızla büyüyor.
Organik domates, kabak, biber, salatalık, fasulye, mısır, kavun ve karpuz yetiştirmenin tarifsiz mutluluğunu yaşıyoruz.
Emek verdiğimiz meyve ve sebzelerle ilgilenmek onlarla konuşup isteklerini dinlemek işten öteye keyifli bir uğraşa, bitmeyen bir sevdaya dönüştü.
Sahilde lahmacun… Zonguldak simidi… Devrek avdası…
Organik sebze ve meyvelerin yanı sıra hasretini çektiğimiz lezzetler de var.
Zonguldak Sahil Projesi denince, çocukluk yıllarımda Zonguldak ve Ereğli sahilinde ellerinde sepetlerle dolaşan seyyar lahmacuncuları hatırlarım.
Dört bir tarafı kapalı sepetlerde sıcaklığını koruyan lahmacunların üzerine taze domates ve soğan ve maydanoz koyulur, dürüm yapılırdı.
Özgün lezzeti ve kokusu bugün bile burnumuzda tütüyor.
Hakeza taş fırında pişen, pekmezi ve susamıyla eşsiz Zonguldak simidi, kaplara doldurarak keyifle yediğimiz oldukça besleyici Devrek avdası yöremizin ne güzel lezzetleriydi.
Milletler kültürleriyle yaşar. Biz de yöremizin özgün lezzetlerini yaşatmalıyız.
Tarih temalı diğer yazılarımızdan farklı bugün müzik, doğa ve lezzet kültürünü içeren konulara değindik.
Kahvenize eşlik edecek bir pazar yazısı olması dileğimle iyi pazarlar.