Fevkani Köprüsü’nün yıkılıp yıkılmaması çok tartışılıyor.
Köprü ne kadar yorgun bilemiyoruz ama bu şehir aynı şeyi yıllardır konuşmaktan yoruldu.
Farklı raporlar.
Farklı sonuçlar.
Farklı yorumlar.
Dün de yazdım.
Mesele yıkmak değil.
Yıktığınızın yerine ne koyduğunuz.
Pek çok yazıda beş ayaklı köprünün yıkıldığında trafiğin iz düşümünün şehri nasıl bir sonuca taşıyacağını sorduk.
Yıkılsın veya yıkılmasın diyebilmek için ortaya çıkacak sonuca bakmak lazım.
Keşke trafik sorunumuz böylesine katmerli olmasaydı da derenin iki tarafı baştan aşağı yürüyüş yolu ve sosyal mekanlarla donatılabilseydi.
“Yıkılsın” diyenler de “Yıkılmasın” diyenler de bu işin gerekçeli mantığını tam olarak anlatamadı.
Ve kamuoyunda yaşanan tartışmanın- polemiklerin merkezinde ise daha çok başkaları gibi düşünme çabası yatıyor.
Asıl sorun şu.
Köprüyü yıktık.
Şehrin iki yakasını birbirine bağlayan mecburi trafik akışını aşağı indirip aşağıdaki trafik ile buluşturduğumuzda ortaya nasıl bir manzara çıkacak?
Şehri daha yaşanabilir yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız?
Ayrıca köprünün çevresindeki ucube sayılabilecek Zonguldak Belediye Binası ve 12 Katlı İş Merkezi’ni ne yapacağız?
Ve daha pek çok soru…
Bunları çok net bir dille anlatmak lazım.
Olaylara daha çok politik bir inatlaşma meselesi olarak baktığımız sürece yılları heba edip ömür tüketeceğiz!

Dedikodu!
Bu şehirde nereye gitseniz bir dedikodu.
Koca koca adamlar.
Gelecek vaat eden siyasetçiler.
Yenilgiye doymamış pehlivanlar.
Bürokratlar.
STK’lara gönül veren isimler.
Belediye başkanları.
Ve tüm cemaat.
Koro halinde.
Hep bir dedikodu.
Hep bir niyet okuyuculuk.
Hep bir tahmin yürütme.
Kendi işinden çok hep bir başkasının işiyle ilgilenme, engelleme, kıskanma çabası.
Bir şehir böyle yaşar mı?
Allah aşkına!

Tribünler ayağa kalksın!
Geçenlerde de yazdım.
Zonguldak’ın stadyum rezilliğini.
Bizim beceriksiz siyasilerimiz, bürokratlarımız cücük bir tribün ile yetinmemizi istediler.
Takımı olmayan şehirlere yapılan stadyumları bile emsal kabul ettiremediler.
Spor bakanlarımız geldi iki kelime ile kandırdı bu şehri.
Ve çok sayın milletvekillerimiz, bu şehrin güzel evlatları söz birliği yapıp bu şehri temsil edemediler.
Ülkemizi aydınlatmış, kalkındırmış ve bunun için binlerce işçisini şehit vermiş, on binlerce madencisi ciğerlerinde kömür tozu ile yaşamaya mahkûm edilmiş Zonguldak’ın çok değerli milletvekilleri, en büyük moral değerimiz Zonguldakspor’un maçlarını oynayacağı bir stadyum ve tribün yaptıramamış!
Daha neyi konuşuyoruz!
Her şey paramparça!
Zonguldak’tan milletvekili seçildiysen bunun ne büyük bir onur, ne büyük manevi sorumluluk, farklılık ve yük olduğunu bileceksin!
Sonra Atilla kötü oluyor!
Eeee, daha daha nasılsın Polat abi!

Hamdi Ayan!
MHP Milletvekili ve Belediye Başkan Adayı Hamdi Ayan ile karşılaştık sabah saatlerinde.
Arabadan doğru bağırdı.
“Benim milletvekilliğime sen engel oldun” diye.
Sayın Ayan, onu bana değil lütfen git sayın Hamdi Uçar’a da anlat!

Köksal Toptan - Saadet Oruç!
79 yaşındaki Sayın Köksal Toptan yürümekte çektiği zorluk ve ilerlemiş yaşına rağmen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Zonguldaklı Sayın Saadet Oruç’u ziyaret etmiş. 
Önceki gün bizim çok değerli siyasetçilerimize; “Köksal Toptan’dan öğreneceğiniz çok şey var” demiştim! 
Tesadüfün bu kadarı!
Koca Köksal Toptan ne işi olabilir ki bu yaşta Sayın Oruç’u ziyaret etsin!
İstediğinde zaten Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ulaşabiliyor.
Zonguldak’ta Saadet Oruç’un adına bile tahammül edemeyen, gelmesinden rahatsız olan, aday gösterilir mi endişesi yaşayan Ak Partililer acaba bu konuda ne düşünüyor?

Not!
Herkes bir şey.
Hepimiz mükemmeliz.
Süper ötesiyiz.
Yahu ne olursak olalım.
Kim olursak olalım
İnsan, iyi insan olamıyorsanız gerisinin ne önemi var!