Günümüz modern dünyasında etrafımızda bir şeyler baş döndürücü hızla değişiyor. Bu değişim girdabı içindeyiz. İç dünyamızla neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, kafamız karmakarışık bir şekilde neler olup bittiğini dış dünyaya açılan sanal pencerelere bakarak anlamaya çalışıyoruz. Bilinmezliğin ve belirsizliğin huzur kaçıran sıkıntılarıyla yalnızlaşarak evlerimize sığınmak zorundayız.
Pandeminin psikolojik etkisi
Geçen yıldan bu yana, pandeminin tüm dünyayı etkilemesi ve bir buçuk yıl zarfında hastalığın yaşamlarımızı esir alarak tehdit etmesi, içimizdeki endişeleri daha da arttırıyor. Önümüzdeki süreçte aşılar yaygınlaşsa da pandeminin sosyal, ekonomik, sağlık, ticaret, turizm ve eğitim gibi her sektörü derinden etkileyen sonuçları oldu. Ama bunun daha da ötesinde, insanları intiharlara kadar sürükleyen ağır psikolojik sonuçları da oldu. İnsanlar bir anda alışkanlıklarından, sosyal hayatlarından ve hatta çalışma hayatından kopup kendi başlarına kaldıkları bir dünyanın içine düştüler. Kimsenin kimseye yanaşamadığı, destekleyemediği, sevip kucaklayamadığı, garip bir o kadar da soğuk, duygusuz, sanal pencerelerden izlenen bir dünyaya.
Dijital dünya ve yeni alışkanlıklar:
Bir zamanlar aileler çocuklarını ekranlardan, internetten korumaya çalışırken, çocuklarını zorunlu olarak dijital dünyaya teslim ettiler. Alışveriş, haberleşme, sohbet etme, arkadaşlık, kendini ifade etme, bilgi edinme, okuma, müzik, sanat, bilim, eğitim, sağlık takibi, bankalar, kimliklerimiz, para birimleri yani kısaca insan hayatına dair her şey tümüyle dijital ortamlara teslim edildi. Geçen sene ‘aşı ile bize çip takacaklar’ diye endişe edenler, daha sonra aşının boynuna sarıldılar. İnsanlık günlerini hastalığın sona ermesi ve aşı olma ümidiyle geçirirken, başka bir şey düşünüp üretemez oldu. Yaratıcılık ve düşünme bile yaşam içinde yer bulamaz oldu. Çip takmaya gelince, buna hiç gerek kalmadı. Yaşadığımız şu günlerde alışkanlıklarımız üzerinde zorunlu değişikliklerin yapılmasıyla, insanlar dünya çapında bir anda dijital çağın adeta ‘biyolojik robotları’ haline geldiler. Bu yeni alışkanlıklar, şimdi duruma ayak uyduramayan insanların ‘özgürlüklerini kaybetme’ ile ‘akıl sağlıklarını koruma’ arasındaki bir noktada bunalım yaşamalarına neden olmakta.
Geleceğe yönelik varsayımlar
Geleceğe yönelik varsayımlar arasında ‘gelecekte, beyin ve psikiyatride bilgisayarların daha fazla rol alacağı bir süreç bizi bekliyor’ diyor, Cambridge Üniversitesinden Dr. Muzaffer Kaşer. O halde önümüzdeki süreçte insanın akıl sağlığını koruması adına bilgisayarlar ya da bir başka deyişle ‘yapay zeka’ daha fazla etkin rol oynayacak diye düşünebiliriz. Bu durum bazı yönlerden sanki Aldous Huxley’in 1932 yılında yazdığı ve gelecek için öngördüğü distopik bilimkurgu romanı ‘Cesur Yeni Dünya’yı anımsatmıyor mu? Bir tarafta ilkel ama insanca bir yaşam süren ve şehirden elektrikli tellerle dışlanmış ‘vahşi’ler, diğer yanda teknolojinin olanakları ve biyolojik mühendislikle koşullandırılmış, soma adı verilen bir ilaçla uyuşturularak her şeyi kabul etmiş, üreme dahil insani etkinliklerin teknoloji tarafından gerçekleştirildiği, yani istikrarlı ama robotlaşmış insanların dünyası.
Huxley yıllar sonra, romanının 1946 baskısındaki önsözünde şöyle demiştir: ‘’Kitabı yeniden yazmak durumunda olsaydım, ‘dışlanmış vahşileri’ kendilerini akıl sağlığını aramaya adamış olan ve özgürce iş birliği yapan insanlar olarak yazardım. Bilim ve teknolojinin insanı köleleştirmeye çalışan şeyler olmayabileceğini de göstermek isterdim. Geleceğin en önemli Manhattan Projeleri, politikacıların ve buna katılan bilim insanlarının mutluluk sorunu adını verecekleri konuda - bir başka deyişle, insanlara köleliklerini sevdirme sorunu konusunda- yürütülecek büyük çaplı araştırmalar olacaktır’.
Ve Günümüz
Günümüzde insanlar dijital sistemlerde bir yandan köleleştirilirken, diğer yandan da tıpkı Huxley’in roman kurgusunda olduğu gibi kölelikleri sevdirilmektedir. Romanda geçen uyuşturucu ilaç ‘Soma’nın yerini internet almıştır. Psikolojik bir yöntem olarak tekrarlar ve telkinler bir süre sonra alışkanlıklara neden olur. Saatlerimiz geçirdiğimiz ekranlar, sosyal medya ve her çeşit internet ortamı, okuma ve araştırma yetilerimizi de elimizden almıştır. Adeta kendi başımıza düşünmemize gerek kalmaya başlarmıştır. Biz belki tembelliğin keyfiyle bizim adımıza ne yiyip ne içeceğimize, ne giyip, nasıl görüneceğimize hatta hayallerimize karar veren sanal bir ortamda gezerken, algılarımız ve reflekslerimiz şartlandırılabilir. Bu da normal olarak nitelendirilen durumlara, bir süre sonra yabancılaşmamıza sebep olabilir. Özgürce düşünüyoruz, kendi karar ve tercihlerimizi kendimiz yapıyoruz dediğimiz şeyler, belki de farkında bile olmadan kabullendiğimiz yönlendirmeler olabilir. Yetişkinler belli bazı alışkanlıklarından belki vazgeçemezler, ama ya gençler ve çocuklar? Bugün artık iyi biliniyor ki, zihin esnek ve uyumlu bir organdır. Ve nöroplastisite denilen çeşitli tekniklerle düşünceler ve duygular programlanabilir. Geçmişte retorik (hitabet) yöntemleriyle, yetenekli insanların toplum üzerinde etki ederek onları ikna yoluyla yönlendirilmesi, belki de gelecekte tümüyle yapay zeka tarafından yapılacak. Yaşadığımız günlerin üzerimizdeki etkisini şu anda çok fazla analiz edemiyoruz. Ama gelecekte bütün bunlar daha iyi anlaşılacak ve bugünlerin analizi o zaman daha iyi yapılacak. Yine de ortada şöyle bir durum var ki; İnsanlık şartlanmış biyolojik varlıklar, yani bir çeşit biyorobotlara dönüşme çağında. Bizim yapabileceğimiz en iyi şey ise küçük şehirlere, kırsala yani doğaya dönmek.