Sevgili okurlarım, bir yazı okudum geçenlerde. Sizinle de paylaşmak isterim. Ondokuzuncu yüzyılda yaşamış ünlü yazar Tolstoy bir gün sormuş: 'Bir kadını sırf güzelliği için sevmek mümkün müdür? Bu bir heykeli sevmek gibi bir şey olmaz mı?' diye.
Bu soruya bugün nasıl yanıt verilebilir? Kadın bakışıyla anlatmak isterim.
Kuşkusuz bir heykelin güzellik ölçütü onun sanatsal ve estetik yorumudur. Onu izleyen kişinin bakış açısı kadardır. Ne olursa olsun, durağandır. Alışılınca bıkılır. Bu yüzden kadınlar bir heykel gibi sevilmek istemezler. Heykel kadar güzel olsalar da öyle kalmaya zorlanmak da istemezler. Tolstoy'un yaşadığı çağda değerler henüz metalaşmamıştı. Paket şeklinde sunulup satılan ideal güzellik ölçütleri de yoktu. Sanatsal heykeller vardı. Resimler vardı. Kolaylıkla hayallere konu olan, ama bir o kadar da ulaşılması imkansız olan. Günümüzde heykel kavramı yerine sonu gelmez güzellik ölçüleri sunulur insanlara. Kadınlara 'bu ölçütler içindeyseniz güzelsiniz' diye yutturulur. Sonra bir bakılır. Etrafta aynı kaş, aynı göz, aynı ölçülerle birbirine benzeyen kadınlar geziyor. Heykel olmaya çalışan kadınlar. Tolstoy bu çağda yaşamış olsaydı ne derdi? Kadınların güzelliğini metalaştırıp, yiyip yutan sisteme isyan etmez miydi? Birbirine benzeyen kadınların heykel gibi olmaya çalışırken kendilerine yabancılaştıklarını görüp üzülürdü belki de.
Çünkü durağan olsalar da heykeller bile farklıdırlar aslında. Her biri elinden çıktığı sanatçısının yorumuyla bir öykü anlatır.
Kadın ise heykel olamaz. O bir gerçektir. Meta değildir. Her kadın kendine özgü güzeldir. Güzelliği dış görünüşünden öte, kişiliğinden kaynaklanır. Çünkü kadın değişkendir, yaratıcıdır, üretkendir. Kendi kendisinin sanatçısıdır. İşte asıl güzel olan tüm bu değişimlerdir. Heykel gibi sabit olmayan, sessiz bir vurdumduymazlıkla görmezden gelmeyen, içi boş hayallerle karşısındakini kandırmayan değişimlerdir. Bir heykelde sanatsal anlatım sevilir, evet. Ama bir heykeli ya da heykele benzeyen bir kadını sırf güzel olduğu için sevmek, ulaşılmaz bir yolda koşarken yalnızlığın içine gömülmektir. Gerçek bir kadını sevmek ise onunla bir yaşam yolculuğunu seçmektir. Değişken güzellikleriyle birlikte yaşamı kucaklamaktır. Bir heykeli sevmek, zahmetsizdir, ama tepkisizdir aynı zamanda. Oysa bir kadını sevmek emektir. Cesaret ve özgüven gerektirir. Her kadın özünde yaşamın bir yorumudur. Çünkü her kadın binbir güzellik sunan bir yaşam ağacıdır.